Gibson belgesel demeye bırakın kırkı, 400 şahid lazım olan sözde belgeselinde Abbasilerin bir anda kıbleyi değiştirdiğini, önceden yazılan eserlerin değiltirildiğini ve müslümanlarında bu oyunun bir kurbanı olduğunu iddia ediyor. Çıkıpta ya iyi güzel anlatıyorsun da dediklerin doğru olsa sonradan Petra'yı savunan insanların olması gerekmez miydi diyen nerdeyse kimse olmadı.
Kabe değişecek ama kimse buna itiraz etmeyecek öyle mi? Hilafet yüzünden Müslümanlar ikiye bölünecek Biri Şii biri Sünni olacak ama kimse Petra için sesini yülseltmeyecek öyle mi? Abbasiler ne yaparsa yapsınlar Abbasilerin haricinde başka topraklarda yaşayan alimler var bunlar da birşey demiyecek öyle mi? Zaten buna ilerde değineceğim. Bunun ne kadar imkansız olduğu belli değil mi? Sadece kara bir taş yüzünden kıblenin değişmesi normal diyelim (Gibsona göre kıble, kara taş 'Hacerül Esved' nerdeyse orasıdır.) Peki Peygamberin dahi doğum yerinin değiştirildiğini ve bunun da gerekli olduğunu insanlara nasıl inandıracaksınız? Madem Kıble için Hacerül Esvedin taşınması ve hükümde ona değişiyorsa bunlara ne gerek vardı? Neden Petra tarihi silinmek zorunda kalınıldı? İslam tarihi içerisinde mezhep savaşları olmuş Hanefilerle - Şafiiler savaşmış en basit mesele yüzünden, kıblenin değişmesinin ne demek olduğunu ve müslümanların buna nasıl tepki verebileceğini o yüzden bunun imkansız olduğunu hiç mi düşünmüyorsunuz ?
Gibson, İslam tarihinde işine gelmeyen yerleri çok maharetli bir şekilde almamakta işi baya yürütmüş. Size tavsiyem birileri size bir şeyler anlatıyorsa Abbasiler kıbleyi Mekkeye taşıdı diyorsa mesela gidip Abbasi tarihini bir araştırın derim. Şu var ki Abbasiler gene Emevilerin olduğu topraklarfa doğdu. Ürdünde attı ilk adımlarını Ürdün - Humeyme köyünde (Petranında Ürdün sınırları içinde yer aldığını belirtmekte fayda var)
Ciddi faaliyetlerine ise gene Horosan topraklarından başladılar orayı bir süre sonra ele geçirip Kufe şehrine yöneldiler orayıda ele geçirdiler. En sonda Şam ele geçirilip Emevi saltanatına son verildi.
Yani tamamen gene Emevilerin kontrolü altında bulunan topraklarda büyüyen bir devlet dışarıdan helede bugün kü Mekke tarafından çıkan bir hareket ile asla yok olmadı. Zira Abbasiler, Emevileri yıkmadan Kabenin yüzünü dahi görememişlerdir. Aksi birşeyin olabilmesi için Abbasilerin Abdullah İbni Zübeyr'in vefat tarihinden itibaren Mekke de kurulması lazim ancak Abdullah İbni Zübeyrin Abbasilerin kuruluşunda hiçbir etkisi yok ve Gibsonun Kıblenin değişimi hakkında dediklerini kabul edecek olursak bile o zamanlar Abdullah İbni Zübeyrin kara taşı alıp bugün kü Mekkey'ye taşıması imkansız zira Şam'dan yola çıkan ordu Taberinin tarihinde de olduğu gibi İlk Medineyi kuşatıyor oysa Şam'dan çıkan bir orduyu ilk Petra karşılar bunu bile es geçip doğru bile kabul edecek olursak o zaman da kaynaklar bize ikinci Kabe kuşatmasında direk Mekke'nin kuşatıldığını söyler yani Medine ilk kuşatılmada ele geçirilmiş ikinci kuşatmada direk Mekke'nin üzerine yürünülüyor. Medine haritada olduğu gibi Petradan Mekkeye gidilecek yol üzerinde Medineyi geçmeden Mekkeye de gidemezssiniz kara taşı o zaman alıp Mekkeye taşımak zor gözüküyor yani Gibson'un iddiasını neresinden tutsak elimizde kalıyor....
Ama gelin biz isterseniz sınırları zorlayalım...
Gibson'un buraya kadar doğru anlattğını hiçbir çelişki olmadığını farzedelim:)
Ancak gene mesele çözülüyor mu? Hayır...
Niye diye soracak olursanız biraz Tarih yolculuğuna çıkalım.
Emevi devleti yıkılıp Abbasiler Şam'ı ele geçirince Emeviler'in iki bölgesi hariç tümü Abbasi devletine biat etmişti. Biat etmeyen bu iki bölge Kuzey Afrika ve Endülüs (Bugünkü İspanya) bölgeleri idi.
Konumuzla yakından alakalı olacağı için Endülüs tarihinden kısaca bahsetmekte yarar var.
Endülüs, günümüzde İspanya ve Portekiz’in yer aldığı İberik Yarımadası’nın Müslümanların fethinden sonra aldığı isimdir. Hz. Ebû Bekir döneminde başlatılan ilk İslâm fetihlerinin son halkası İspanya’nın fethidir.
Miladi 710 yılına kadar Kuzey Afrika’yı büyük oranda kontrol altına alan Müslümanlar buradan Akdeniz’i aşarak Avrupa topraklarına geçme kararı aldılar. Bu amaçla Kuzey Afrika valisi Mûsâ b. Nusayr, Tarîf b. Malik isimli komutanının gerçekleştirdiği ilk keşif seferinin ardından yardımcısı Târık b. Ziyad komutasındaki öncü birliğini İspanya topraklarına gönderdi. Müslümanlar burada karşılarına çıkan Kral Rodrigo kumandasındaki büyük bir Vizigot ordusunu mağlup ettikten sonra sırasıyla Malaga, Elvira, Cordoba, ve nihayet Vizigotlar’ın başşehri Toledo’yu ele geçirdiler. Diğer taraftan Mûsâ b. Nusayr da 712 yılında Kuzeyf Afrika’dan harekete geçerek emrindeki orduyla Sevilla, Carmona, Niebla, Meyrida gibi önemli İspanyol merkezlerini zaptettikten sonraToledo’da Târık b. Ziyad ile buluştu. Bundan sonra İspanya’nın kuzeyinde iki koldan başlatılan fetih hareketiyle bir yıl içerisinde Leon, Galicia, Lerida, Barcelona ve Zaragoza şehirleri teslim alındı. Emevî halifesi Velid b. Abdülmelik döneminde Mûsâ b. Nusayr ve Târık b. Ziyad tarafından gerçekleştirilen bu fetihler sonucunda Müslümanların hâkimiyetine giren Endülüs’te Batı Avrupa’yı hedef alan yeni akınlar başlatıldı. Bu faaliyetler, Emevîlerin komutanı Abdurrahman el-Ğâfikî’nin valiliği döneminde Ekim-Kasım 732 tarihinde gerçekleşen ve Müslümanların ağır yenilgisiyle neticelenen Balâtü’ş-Şühedâ (Vak‘atü Balât=Gazvetü Balât) Poitiers savaşıyla durduruluncaya kadar devam etti.
İspanya’nın Müslümanlar tarafından fethi burada yeni bir toplum yapısı meydana getirdi. Daha önce ülkede yerleşik bulunan Hıristiyan çoğunluk Hispano-Romen ve yine Hıristiyan olan Vizigotlar ile azımsanmayacak sayıya ulaşan Yahudi unsurlara ilave olarak Araplar, Berberîler’den müteşekkil yeni topluluklar bir araya gelmiş oldu. Bu çeşitliliğe daha sonra mühtedi İspanyollar (müvelled) ve Orta ve Doğu Avrupa menşeli azınlıklar (sekâlibe) de eklendi. Dolayısıyla Endülüs’te gerek Emevîler döneminde, gerekse daha sonraki süreçte bu unsurlar arasında inanç ve etnik kaynaklı mücadeleler gündeme gelmiştir.
Endülüs’e fetihle birlikte Araplardan yaklaşık 40-50 bin kişi gelmiş, bunun birkaç katı Müslüman Berberî de bölgeye yerleşmiştir. Gerek Araplar, gerekse Berberîler yeni mekânlara kabileler halinde iskân edildikleri için bu yerleşme şekli içtimaî kaynaşmanın gecikmesine sebep olmuştur. Berberîler Endülüs’ün fethinde Araplardan daha fazla pay sahibi olmalarına rağmen, gerek siyasî sorumluluk üstlenme, gerekse iktisadî imkanlardan faydalanmada ikinci plânda tutuldukları gerekçesiyle Kuzey Afrika’da büyük bir isyan başlatmışlar, zamanla isyanı Endülüs topraklarına yaymışlardır. Diğer taraftan ülkeye yeni gelen Arap kabileleri de geçmişe soy rekabetlerini buraya da taşımışlar, onlar kendilerini tarihî kökleri olan Mudarî veya Yemenî, ya da Kaysî-Kelbî gruplaşması içinde kabul etmişlerdir. Bu bölünme daha sonraki yıllarda gerek Araplar arası iktidar mücadelelerinde, gerekse Endülüs’ün genel siyasetinde önemli derecede etkinlik göstermiştir. Bütün bu gelişmeler ise Endülüs’te sürekli olarak yönetim probleminin yaşanmasına ve siyasî istikrarsızlığa sebep olmuştur.
Endülüs’teki iç karışıklık ve yönetim problemleri devam ederken Şam’daki Emevîler devleti Abbâsîler tarafından ortadan kaldırıldı. Yeni yönetimin takibinden kurtulan Halife Hişam b. Abdülmelik’in torunlarından Abdurrahman b. Muaviye önce Mısır, ardından da Kuzey Afrika’ya gitti. 755 yılında ise Endülüs topraklarına geçti. Burada Emevî yanlısı grupları birleştirdikten sonra bölgede kontrolü elinde bulunduran vali Yûsuf el-Fihrî’yle giriştiği siyasî mücadeleyi başarıyla tamamlayıp Kurtuba’da bağımsız bir devlet kurdu. Dolayısıyla 756 yılından itibaren İspanya topraklarında Endülüs Emevîleri dönemi başlamış oldu.
Yani sizin anlayacağınız Endülüste İslami bir düzen Abbasilerden çok önce başlamıştı. Emevi devletinin yıkılması ile birlikte de Emeviler Endülüste ve Kuzey Afrikada yaşamlarını devam ettiriyor.
Size Gibson'un başını baya ağrıtacak iki İslami şahsiyetten bahsetmek istiyorum bunlar Endülüs Emevi zamanında yaşamış iki önemli İslam bilgini İbn Hazm ve İbn Rüşd.
Eğer Abbasiler kötü bir tuzak kurup kıbleyi değiştirdiyseler onların egemenliğinin altında bulunmayan gerçek kıble Petra inancı devam etmeli zaten Gibsonda bunu söylüyor Emevilerin Petraya, Abbasilerin ise Mekkeye dönüp namaz kıldığını söylüyor.
Öyle ise gelin Endülüs'ün dışına çıkmamış yada civarında yaşamış eserleri bugün hayla Endülüste olan ve Abbasilerin asla ulaşamadığı bu iki alimin eserlerinden Türkçeye çevrilmiş eserlerine göz atalım. Çok rahat bir şekilde eserlerinde Mekkeden İslam'ın kıblesi yada merkezi olarak bahsettiklerini görüyoruz.
İbn Rüşd, İmam Gazali'ye karşı yazdığı Tutarsızlığın Tutarsızlığı eserinde Tümel amaca kişinin Kabeyi tavaf etmesini örnek verir kişinin tek bir yöne hareket etmesi tümel harekettir kişi bunun dışına çıkmaz çünkü Mekkeye doğru yönler çoktur ama kabenin tek bir yönü vardır.
İbn Rüşdün sözleri çok açık bir şekilde Kabenin Mekkede olduğunu gösteriyor.
Peki İbni Rüşd kimdir?
Tam adı Ebu’l- Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Ahmed b. Rüşd el- Kurtubî’dir.Seçkin bir ailenin çocuğu olarak h.520/m.1126 yılında İspanya’nın Kurtuba şehrinde doğdu.Kendisi gibi babası ve dedesi de kadı olan İbn Rüşd’ün, dedesiyle karıştırılmaması için ”İbn Rüşd el- Hafîd” denmiştir.
Eserleri
İbn Rüşd'ün siyaset, din, hukuk, tıp ve felsefenin pek çok alanında 150'den fazla eser kaleme aldığı bilinmektedir.
Bir diğer Endülüslü İslam bilgini İbn Hazm'dır.
İbn-i Hazm'ın El - Muhalla adlı Fıkhi hükümler içeren eseri vardır. Bu eserin Türkçesi maalesef yok ancak bu eser üzerinde hazırlanan bir tez çalışması var şimdi size oradan bir kaç bölüm aktaracağım Eserinde çok açık bir şekilde Mekke'den bahsediyor Petra'dan değil.
Peki İbn Hazm Kimdir?
İbn Hazm ( Künyesi Ebū Muhammed Ali bin Ahmed bin Saîd ibn Hazm; d. 994, Kuɾtuba - ö. 16 Ağustos 1064), Huelva, Endülüslü-Aɾaρ felsefeci, taɾihςi ve ilahiyatçı.
Davûd el-Isbehânî taɾafından kuɾulduğu kabul edilen Zahiɾi mezhebi'nin ikinci imamıdıɾ.
Ali b. Ahmed b. Said b. Hazm b. Galip b. Salih b. Halef b. Maden b. Süfyan b. Yezid el-Faɾisidiɾ. İbn Hazm soy bakımından Kuɾeyşli olmasına ɾağmen Endülüs'te yaşadığı iςin Endülüsî olaɾak tanınıɾ.
Soyundan Endülüs'e ilk gelen dedesi Haleftiɾ. Yine soyundan ilk müslüman olan da Yezid'diɾ.
Hicɾi 384, Miladi 994 yılının Ramazan ayında Endülüs'ün meşhuɾ şehɾi Kuɾtuba'da dünyaya geldi. Babası Ahmed kıymetli biɾ ilim adamı olduğundan ve aynı zamanda Halife Mansuɾ ve oğlu Muzaffeɾin döneminde veziɾlik yaρtığından dolayı İbn Hazm'ın çocukluğu lüks biɾ hayat içeɾisinde geçti. İbn Hazm da 1023'te kendisine halifelik üzeɾine biat edilen Müstezhaɾ Billah taɾafından veziɾliğe getiɾildi, ancak bu göɾevinde uzun süɾe kalamadı, halife yedi hafta sonɾa öldüɾüldü ve İbn Hazm da haρse atıldı. Daha sonɾa Hişam el Mu'temed Billah döneminde ikinci defa vezaɾet göɾevine getiɾildi. Fakat sonunda bu göɾevi bıɾakaɾak kendisini tamamen ilmî aɾaştıɾmalaɾa veɾdi.
Güncelleme (06.10.21)
Cevirenler
Prof. Dr. Kemal 1 ŞIK Prof. Dr.
Mehmet DAĞ
Samıun
• 1986
ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI
Yayın No : 14
İbn-i Hazm 'ın Eserleri için:
El Fasl adlı eseri
El-Fasl fî'l-Milel ve'l-Ehvâ ve'n-Nihal: el-Fasl
dinler tarihi alanında yazılan milel (hak dinler) ve nihal
(batıl dinler) türü eserler arasında kapsamlı bir çalışma olarak bilinmektedir.
Ayrıca el-Fasl'ın İslam tarihi açısından 10. ve 11. yüzyıl gibi erken
sayılabilecek bir dönemde Endülüs'te müslümanların yanında yahudilerin ve
hıristiyanların da yoğun olarak yaşadığı bir yerde kaleme alınmış olması; İslam
dışındaki dinler ve mezheplere dair verdiği bilgiler açısından onu tarihi
değere sahip bir çalışma kılmıştır. el-Fasl Allah'ın varlığının ispatı
yahudiler ve Tevrat hıristiyanlar ve İncil İslamî fırkalar ve bunların temel
itikadî meselelere dair görüşlerinin tenkidi konularını ihtiva etmektedir.
İbn Hazm el-Fasl'da gerek ele aldığı konular
gerekse izlediği metot açısından objektif ve orijinal bir çalışma ile dinler
mezhepler ve felsefî ekolleri incelemiştir. Gerçeğin bilinmesine katkıda
bulunacağı düşüncesiyle dinleri ve mezhepleri incelemeden önce bilgi nazariyesi
ve varlık hakkındaki konulara yer veren İbn Hazm'ın daha önceki benzer
kitaplarda bulunmayan İslam dışı din ve mezhepleri mukayeseli olarak incelemesi
ayrıca her dinin kendi müntesipleri tarafından yazılan ana kaynaklarına
başvurması nihayet Kitâb-ı Mukaddes metinlerini karşılaştırmada modern bilim
adamlarının dikkatini çekerek onlara öncülük yapması; el-Fasl'ın kayda
değer özellikleri arasında sayılmaktadır. el-Fasl Prof. Dr. Halil İbrahim
Bulut tarafından tercüme edilerek Arapça metniyle beraber yayına
hazırlanmıştır.
Kitabın künyesi:
TÜRKİYE
YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI: 84
Dinî İlimler Serisi :
14
Kitabın Adı :
EL-FASL Fİ’L-MİLEL VE’L-EHVÂ’ VE’N-NİHAL
Dinler
ve Mezhepler Tarihi
Müellifi :
İbn Hazm Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm
el-Endelüsî
el-Kurtubî (ö. 456/1064)
Çeviren :
Prof. Dr. Halil İbrahim Bulut
İstanbul
Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
Temel İslâm
Bilimleri Böl. (İslâm Mezhepleri Tarihi), Öğr. Üyesi
Cilt 1
Eserin pdf verisiyonun da, Mekke ve Kabe kelimelerinin geçtiği yerlerden bazıları:İbni Hazm Cevamiu's Sire
İbni Hazm Cevamiu's Sire: Yazar
elinizdeki bu özlü eserinde de, Hz. Peygamberin sireti ile meşgul olan her
okuyucunun anımsatmada geçemeyeceği veya açıklamasının zorunlu olduğu temel
prensipler ortaya koymaktadır. Öğretim ile ilgili bu gaye, İbn Hazm gibi bir
alimi Hz. Peygamber'in siretini yazmaya teşvik eden önemli bir etkendir. Fakat
yegane neden değildir. Genelde Zahiri mezhebinin özellikle İbn Hazm sünneti
aktarma ve çoğaltamaya verdiği değeri bilen kişi.. Ki Siret de bu aktarımın
önemli bir parçasıdır. Onun, sireti yeni, sınırlayıcı ve tanımlayacı bakış
açısıyla ele alınışı, mezhebinin bir parçası olarak görür.
Tercüme edilmiş eserin
künyesi
İbn Hazm, Cevâmiu’s-Sire, Çıra
Yayınları: M. Salih ARI
Eser pdf versiyonunun 12. Sayfasından
başlıuyor. Yani oraya
kadar uzun bir
giriş kısmı var.
13. sayfasında
(Not : Bu yazı tamamlanmamıştır eklemeler ve düzenlemeler yapılabilir)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder