Eski Camilerin Kıbleleri (YENİ)

Prof. David A. King'in makaleleri temelinde hazırladığım bu yazıda, eski haritalar ve eski el yazması kıble şemalarından da faydalandım. Bu yazı 5  bölümden oluşmaktadır ve  sırasıyla okumanız  tavsiye  olunur.
I)    Gibson'ın  Tezinin  Sunumu  ve  Eleştirisi
II)   Eski  Camilerin  Kıblelerine  Dair  Genel  Bir Değerlendirme
III)  Kıble  Tespitinde Kullanılmış, Matematiksel  Olmayan,  Geleneksel   Metotlar
IV) Somut  Örnekler (Camiler) 
V)   Somut Örnekler ve Sonuç 


I. Bölüm:   Gibson'ın  Tezinin  Sunumu  ve  Eleştirisi

 Dan Gibson, cami kıbleleri için önümüze koyduğu uydu resimlerine dayanarak, İslam’ın ilk 2 yüzyılı içerisinde inşa edilmiş camiler için üç temel yönelim olduğunu iddia ediyor. Camilerden bir kısmının Petra yönüne baktığını, bir kısmının ise Mekke Yönüne baktığını ve diğer birçoğunun ise Mekke ile Petra ‘nın ortalarında bir yere baktığını iddia ediyor. Gibson’ın kabullerine göre İslam’ın ilk iki yüzyılı içerisindeki ilk nesiller, kıble bulma konusunda oldukça ileri donanıma sahiptiler ve yüzlerce, binlerce kilometre öteden bile 1-2 derecelik sapma paylarıyla hassas kıble tayini yapabileceklerdi. Bu kabul dolayısıyla, Petra yönüne doğru bakan camilerin bilinçli şekilde ona yöneltilmiş olduğunu, Mekke ile Petra arasında bir yere bakan çok sayıdaki caminin de yine bilinçli şekilde bu yönlere yöneltildiğini iddia ediyor. Buradan hareketle şöyle bir kurgu önümüze koyuyor:

Gibson’a göre Abbasiler ile Emevilerin kıble tercihi farklı imiş. Güya İlk camiler Petra yönüne bakacak şekilde inşa edilirken Abbasiler isyan çıkarıp da Abbasi-Emevi çatışması dönemi başlayınca, Müslüman gruplar Abbasilerin yada Emevilerin nefretini kazanmamak için orta yere bakacak camiler inşa etmişlermiş. Sonrasında Abbasiler hakim olunca ise artık camiler Sadece Mekke yönünde inşa edilmeye başlanmış…

Gibson, tezini uydu resimlerine dayandırdığı için Google Earth yada benzeri programların uydu resimleriyle, camilere dair ortaya konacak gösterimlerin ne derece güvenilir olduğu tartışılmıştır. Biz de komplopetra isimli blogumuzdaki makalemizde Google Earth gösterimlerinin hassasiyetini ele almış ve bazı örnekleri incelemiştik. Detaylı bilgi için bu makaleye bakabilirsiniz: https://komplopetra.blogspot.com/p/cami-kbleleri.html Sonuç olarak Google Earth‘ün hata payını bilemiyor olmakla birlikte, camilerin çoğunluğu için doğruya yakın gösterimler yapılabildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bilinmeyen bir hata payı olduğu uyarısıyla birlikte yine de Google Earth ‘ün sunduğu gösterim ve açıları değerlendirmekten geri durmayacağız.

Uydu resimlerinin sunduğu açısal verileri değerlendirmeden önce Gibson’a getirilen bazı eleştirilere değinmek istiyorum. Örneğin ilk camilerden bir bölümü dönüştürülmüş yapılardır. İlk yapıldığında tapınak ya da kilise olan bir takım binalar, camiye dönüştürülmüştür. Özellikle bu tipteki camilerin içerisindeki mihraba bakıp ölçüm yapmak gerekir. Halbuki Gibson ‘ın araştırması doğrudan doğruya yukarıdan çekilmiş resimlere dayanıyor. Şu an itibariyle yıkık durumda olan bazı sarayların temellerinin baktığı yönleri esas alıyor ve o saray kullanımdayken içerisinde Mescit olarak kullanılmış olan bir oda olacağını ve bu odanın da aynı yöne bakacağını düşünüyor. Mescit haline getirilecek bir odanın içerisine ne şekilde bir mihrap yerleştirilmiş olabileceğini nasıl bileceğiz? Günümüzde de bir çok insanın içinde yaşadığı ev kıble yönünde inşa edilmediği halde ibadet vakti geldiğinde insanlar kıble yönüne dönmektedirler. Ayrıca orta çağ astronomlarının kıble hakkında hazırladıkları tablolara ve çizdiklere şemalara bakıldığında doğal bir gelişim görülmektedir. Yani zaman ilerledikçe daha hassas kıble açıları tespit edilmekte, daha doğru matematiksel prosedürler üretilmektedir. Bilinen ilk matematiksel prosedür 800 ‘lü yıllardan geliyor ve öncesindeki camiler bilimsel olmayan bazı metotlarla inşa edildiklerinden sapma paylarının büyük olabildiği görülüyor. Şu halde bir cami inşa edildikten onlarca, yüzlerce yıl sonra bir deprem yahut yangın yahut aşırı eskime gibi sebeplerle yıkılıp yeniden inşa edilmek istenecek olursa, ikinci inşa için kullanılacak kıble açısı daha farklı ve daha doğru olacaktır ve bunda ters bir durum yoktur. İşte tam bu noktada getirilen bir öneri ve eleştiri vardır:

Mark Anderson kısa bir süre önce Gibson’ın tezini eleştiren bir yazı ortaya koymuş oldu. (Bknz) Bu yazıda kıble hususuna oldukça kısa bir yer ayırmıştı çünkü şu anlamda bir eleştiri yapıyordu:

Böyle bir tezin incelemesi için uydu resimleri yeterli olmaz şöyle ki, Gibson‘ın iddiası camilerin ilk kıblelerini belirlemeyi gerektirir. Bunun içinde her bir caminin arkeolojik kazısı yapılarak ilk temellerinin bulunması suretiyle caminin ilk kıble yönünün tespit edilmesi gerekir. 

Halihazırda Gibson yapılması gereken arkeolojik incelemeleri yapmayıp uydu resimlerine yaslanmakla yetindiği için Mark Anderson kısa yoldan Gibson’ın tezini reddetmekte haklıdır ancak biz bu yoldan gitmeyip uydu resimlerinin sunmuş olduğu açıları değerlendireceğiz. Bir kaç yıl önce Prof. David A. King’in Gibson’a cevap vermek için hazırlamış olduğu ilgili makale, açıklamamızın temelini oluşturacaktır. Prof. King ‘in ortaya koyduğu değerlendirmeye göre, Gibson‘ın sunduğu resimler ve açısal değerler esas alındığında bile ortaya çıkan genel tablo güçlü şekilde Mekke lehine olmaktadır. Prof. King’in yazısına girmeden önce müsadenizle, Gibson’ın tezine dair bazı eleştirilerimizi sunmak istiyoruz:

1. Hacer-ül Esved

a) Kıblenin Hacer-ül Esved ile ilişkili olduğunu gösteren hiçbir delil yok

Kur’an da farklı ayetlerde Ka’be’den söz edilmesine rağmen tek bir ayette bile Hacer-ül Esved anılmamıştır. Hadis kaynaklarına bakıldığında Hacer-ül Esved’e aşırı önem yükleyen hadislerin zayıf kaynaklar olduğu görülür. Güvenilir Hadis kaynaklarından hiçbirinde Hacerül Esved namaz kıblesiyle ilişkilendirilmemiştir. 4 mezhebin hiçbirinde kıble ile ilişkili olduğu düşünülmemiştir. Kıble ile ilgili hadisleri araştırırken az sayıda hadise ulaşabildim ve hiç birisi Hacer-ül Esved'i kıble ile ilişkilendirmiyor. Buna yönelik zayıf hadis dahî olduğunu sanmıyorum. Öyle ki çok zayıf çok güvenilmez bir söz dahî olsaydı, Gibson bunu bayraklaştırarak sunacaktı. Kıble hakkındaki ayet ise açıkça "Mescid –i haram tarafına" yönelmeyi emrediyor. Hadisler de bunun nasıl yapılacağını açıklıyor. Gibson’ın tezinin temel varsayımı , bu taşın yeri değiştirildiğinde kıblenin de değişeceği düşüncesidir. Oysaki taşın İslam’da ki yeri hiçte öyle değildir. Gibson ‘ın temel varsayımlarından birisi (beklide en önemlisi) boşluktadır.

Hz. Ömer bir haccında Hacerü’l esved’e yaklaşıp öpmüş ve şöyle demişti: “Çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Rasûlullah öpmemiş olsaydı seni asla öpmezdim” (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, VI, 108-109).

b) Zamanında Yeri Değiştirildiğinde Hiçbir Şey Olmadı

TDV Ansiklopedisinde deniyor ki: https://islamansiklopedisi.org.tr/hacerulesved

“…..317’de (930) Karmatî lideri Ebû Tâhir el-Cennâbî Mekke’de yaptığı katliam ve yağma sırasında Hacerülesved’i yerinden sökerek Hecer’e götürmüştür. Böylece Kâbe uzun bir süre Hacerülesved’siz kalmış, ancak hacılar tavaf esnasında Hacerülesved mevcutmuş gibi bulunduğu yeri istilâm ederek (aş.bk.) tavaflarını yapmışlardır. Nihayet bir rivayete göre Fâtımî Halifesi Mansûr-Billâh’ın emriyle, diğer bir rivayete göre ise Abbâsî Halifesi Mutî‘-Lillâh’ın 30.000 dinar fidye ödemesi üzerine Hacerülesved Mekke’ye getirilerek (339/950-51) yerine yerleştirilmiş ve gümüş mahfazası tamir edilerek yenilenmiştir. Daha sonra Hacerülesved’i çalma veya ondan bir parça koparma yönünde birçok teşebbüs olmuşsa da bunlar engellenmiş veya koparılan parçalar özenle yerine monte edilmiştir. …..”

c)İlk Kıblemiz Olan Mescid-i Aksa’da Böyle Bir Taş Yoktur

İslam’da bir mabed’in kıble haline gelmesi için Hacer-ül Esvedi taşıması gerekiyorsa, nasıl oluyor da ilk kıblemiz Mescid-i Aksa olabiliyor?

d) Dağı nasıl taşıyacaklar?

Kabe sadece namazla ilişkili değildir. Kutsal şehrin yeri değiştirilemez. Kutsal şehir ve Ka’be aynı zamanda Hac ibadetiyle ilgilidir. Kıbleyi yanlış anlayan Gibson muhtemelen Tavaf ibadetini de Hacerül Esved’le ilişkili görecektir ancak Hac ibadetinin bölümleri vardır ve bunların tümü Ka'be ile ilişkili değildir. Örneğin “Vakfe” ibadetini ele alalım. Tdv ansiklopesinde Vakfe için deniyor ki: https://islamansiklopedisi.org.tr/vakfe

Sözlükte “durmak, ayakta durmak, bir yerde beklemek” anlamındaki vakfe (vukūf) terim olarak hac ibadetini yerine getiren kişinin belirli bir zaman diliminde belirli yerlerde bir süre durmasını ifade eder. Vakfenin yapıldığı Arafat ve Müzdelife bölgelerine mevkıf denilir (Müslim, “Ḥac”, 149). Hacda gerçekleştirildiği mekâna nisbetle anılan iki vakfe vardır: Arafat ve Müzdelife vakfeleri.

Arafat Vakfesi:

 a) Vakfe Yeri: Arafat, Mekke’nin doğusunda Tâif yolu üzerinde kuzeyi, güneyi ve doğusu dağlarla çevrili engebesiz bir alandır ve Harem sınırının dışında Hil bölgesindedir (bk. ARAFAT). “Urene vadisi hariç Arafat’ın tamamı vakfe yeridir” gibi hadisler (el-Muvaṭṭaʾ, “Ḥac”, 166; Müslim, “Ḥac”, 149) vakfe yerini bildirmektedir. .

b) Hükmü. Arafat vakfesinin haccın bir rüknü olduğu kitap, sünnet ve icmâ ile sabittir. Âyetler (el-Bakara 2/198-199), “Hac Arafat’tır” (Tirmizî, “Tefsîr”, 3) gibi hadisler, Hz. Peygamber’in ve ondan sonraki sahâbe ve tâbiîn neslinin mütevâtir uygulaması Arafat’ta vakfenin haccın rüknü olduğunda icmâın bulunduğunu gösterir.

Konumuz Hac ibadeti olmadığı için elbette tümünü vermeyeceğim. Şimdi sorumuzu sorup taşı gediğine oturtalım:

Eğer Hacer-ül Esvedi taşımakla Ka’be’yi taşıyacağını sanıyorsan, hac ibadeti ne olacak? Mesela Arafat dağını nasıl taşıyacaksın?

Bu iş gizli saklı yapılacak bir işte değil, unutturulacak bir işte değildir. Her yıl hac ibadeti olduğu ve günde 5 vakit namaz kılındığı gerçeği unutulmamalıdır.

e) Taş nasıl iki yerde birden oluyor?

Gibson’a göre Abbasi – Emevi çatışması sırasında bu iki grubun kıbleleri farklı imiş. Pardon ama hani taşın gittiği yere dönmek gerekiyordu? (Gibson kabullerine göre)

Yani gruplardan en az biri yüzünü taşın olmadığı yere mi dönüyordu?

Abbasiler Mekke’yi sonradan kurmuşsalar ve Petra’yı sonradan ele geçirmişseler yani taşı sonradan elde etmişseler daha çatışmalar sırasında nasıl alternatif kıble üretebilmişlerdi? (Abbasi isyanı Horasan tarafından patlak vererek başlamıştı. Senaristlik zayıf)

f) Taşa yönelmeden de kıble yerine gelebiliyor mu?

Gibson’ın örnek olarak verdiği camilerin çoğu uydu resimlerine göre ne Petra’ya ne de Mekke’ye denk geliyor. Gibson buradan hareketle bu camilerin bilinçli olarak Abbasi yada Emevi hışmına uğramamak için orta yere yöneltildiklerini iddia ediyor. Pardon ama bu durumda camilerin çoğu bilerek Taşa yöneltilmemiş oluyor öyle değil mi? Taş ne ölçüde önemli? Üstelik çatışmalar bittikten sonrada aynı camiler aynı yönlere bakmaya devam etmiş… (enteresan?)

2. Gibson’ın Senaryosunun Kapsayamadığı Camiler

Gibson camileri üç gruba ayırıp bazılarının Petra, bazılarının Mekke, kalan kısmının da orta yere baktığını ifade edip buradan bir senaryo türetiyor. Bu noktada ilk akla gelebilecek eleştirilerden bir tanesi, camilerin uydu resimlerindeki yönelimlerinin ifade edilmiş olan üç gruptan ibaret olmadığıdır. Örneğin Buhara’dan Endülüs coğrafyasına kadar uzanan çok geniş bir alanda bazı camiler vardır ki bunlar doğrudan güney yönüne bakmaktadırlar. Hz. Peygamber Mekke’de iken kıblesi Güney yönü idi. Doğrudan Hz. Peygamber’i (a.s) taklit etme isteğinin yüksek seviyede olması ve ileride sunacağımız hadisi şeriflerde kıblenin çizgisel bir yön olarak değil oldukça geniş bir yelpaze olarak tarif edilmiş olması bunda etkili olmuştur sanıyoruz.

Görmezden gelinen ama gayet yaygın olan güney içtihadının yanı sıra birde Endülüs ve Kuzey Afrika’da kullanlan bir kıble yönü var ki oda Gibson’ın üçlü tasnifine uymuyor. Endülüs’ te Emeviler tarafından 784 yılında inşa edilen Büyük Kurtuba Camii’nin baktığı yön yaklaşık olarak şöyledir:

Bu yön için Gibson makul olmaktan çok uzak bir açıklama yapıyor. İlgili başlığa geldiğimizde açıklamasının ne olduğu ve niçin kabul edilemez olduğunu izah edeceğiz. Bu yönün Kuzey Afrika’da da birçok camide uygulandığının altını çizelim. Yani çok sayıda cami bu tip bir yönelim ile yine üçlü sınıflamanın dışında kalmaktadır.

İlerleyen bölümlerde göreceğiniz üzere üçlü sınıflamanın dışında kalan başka yönelimlerde mevcuttur. Yani sadece amacına hizmet eden camileri alıp senaryosunun kapsamadığı örnekleri görmezden geldiği için daha baştan büyük bir eksiklik ile yola çıktığını ifade etmek gerekiyor.

3. Senaryoda Boşluk

Gibson’a göre İbni Zübeyr isyan çıkardığında Petra’daki Taşı alıp şimdiki Mekke’nin olduğu yere taşıdığı için Abbasilerde burasını Kabeleştirmiş…(!?)

İbn-i Zübeyr’in isyanı Emevilerce bastırıldı ve kaynaklar böyle bir şey anlatmıyor. Bir an için Farz-ı muhal böyle oldu gibi düşünüp senaryoyu değerlendirelim:

İbni Zübeyr ‘in isyanı bastırıldıktan sonra taş eski yerine konmadı mı? İbn-i Zübeyr isyanı ile Abbasi isyanı arasında onlarca yıl var? Gibson’ın netleştirmesi lazım. Taş eski yerine götürüldü mü yoksa götürülmedi mi? (Dikkat edin senaryo tahlil diyoruz yoksa zaten hiç olmadı)

a) Taş Geri Yerine Konmadıysa ….

Niçin Emeviler taşı tekrar yerine koymasın?

Yahut Abbasiler hükmü ele geçirince niye taşı geri götürerek Müslümanları kendi saflarına çekmek istemesin?

b) Taş Geri Yerine Konmuşsa…

Abbasiler çatışmalar sırasında “orta yere bakan camiler” oluşmasına sebep olmuşsa , bunu taş henüz ellerinde değilken ve alternatif kıble için hiçbir dayanakları yokken mi yaptılar? (Abbasi isyanı Mekke ‘nin ya da Petra’nın dibinde çıkmadı. Horasan tarafından çıkarak yayıldı. TDV ansiklopedisine göre 8-9 yıl sürdü)

Abbasilerin derdi ne ki taşı tekrar İbn-i Zübeyr ‘in güya kaçırdığı yere getirsinler ?

Abbasiler Hz. Peygamberin amcasının soyundan gelme vesilesiyle halifeliği daha çok hak ettiklerini düşünüyorlarsa sormak gerekmez mi: İbn-i zübeyr neden bu kadar hatırlı oluyor? Nasıl onun hatrı Hz. Peygamberin hatrından ve Hz. Ali’nin hatrından ve Hz. Hüseyin ile hz. Hasan’ın hatırından üstün oluyor? Bu saydıklarımdan birinin kıblesine yönelmek varken başka birinin kıblesine dönmekte nedir?

4. Eksiklik ( Hepsi 8-9 yıl aralığına mı düşüyor?)

Gibson ‘ın tezi önemli bir eksiklik içeriyor:

Abbasi isyanı 740 ‘larda çıktı ve 750 'ye kadar yavaş yavaş Emevi ülkesinin büyük bölümü ele geçirildi. TDV ansiklopedisine göre İsyan 8-9 yıl sürdü. Şunu sormalıyız : Gibson’ın “ortaya bakan camiler” olarak etiketlediği düzinelerce cami hep 8-9 yıl zarfında mı yapıldılar? Gerçekte çoğu bu aralığın dışında olduğuna göre….

5. Abbasiler Çıldırmış mıydı?

Emeviler zamanında birden fazla isyan olmuştu ama en esaslısı sonuncusu olmuştu. Çünkü Abbasiler uzun süre diğer muhalif gruplarla yer altında örgütlenmiş ve İsyanın taşlarını döşemişlerdi. Başa geçtikleri zaman ise ne kadar çalkantılı bir zemine bastıklarını biliyorlardı. Bir yandan halife sıfatıyla Müslümanları Bizans’a karşı cihada çağırıp diğer yandan onların doğru kıbleye bakan camilerini yıkıp yeni icat bir kıbleye dönmeye mi zorlayacaklardı? Hac mahalline saygı göstermek yerine onu alakasız bir yere taşıyarak mı Müslümanlara cihat yaptıracaklardı? Ya da artık yeni Hac yeriniz burasıdır denmesini çok geniş bir coğrafyadaki herkes benimseyip unutup gitmiş olabilir mi? (elbette akla zarar).

Abbasiler iş başına geldikten yaklaşık 50 yıl sonra Kuzey Afrika’da, Abbasi bünyesinden 2 devlet türemiş oldu. Bunlardan birisi Fas’ta kurulmuş olan İdrisîler Halifeliği idi. Adından da anlaşılacağı üzere Abbasilerin Halifeliğini tanımıyor ve kendi Helifelik davalarını savunuyorlardı. Üstelik sıkıntılar Fas coğrafyasıyla sınırlı olmayıp Kuzey Afrika’nın geriye kalan ciddi bir bölümü de anarşi içerisinde olduğundan Abbasi Halifesi Harun Reşid tarafından İbrahim İbn Al-Aghlab geniş bir bölgenin Emiri olarak atandı. Al-Aghlab tarafından Doğu Cezayir, Tunus ve Trablus’u kapsayan bir bölge kontrol edilecekti. Neredeyse her yönden bağımsız olan yeni bir devlet ortaya çıkmış oldu ve İngilizce kaynaklarda “Aghlabid Emirate” olarak anılmaktadırlar.

Bu devlet yıkılışa kadar hep Abbasilere bağlılığını korudu ve yıllık vergisini verip Abbasi Halifesinin adı Cuma hutbelerinde anılmış oldu. Elbette kısa yada uzun vadede bu gücün Abbasileri tanımadığını ilan edip kendi Halifelik davasını ortaya atması ihtimali olmasına rağmen Harun Reşit bu riskli kararı vermişti. Bu durum bir tarafıyla Harun Reşit’in insâni yönüne işaret ediyor olabilirken diğer tarafıyla da Abbasilerin hükmettikleri o çok geniş coğrafyanın bütünlüğünü korumakta ne kadar zorlandıklarını göstermektedir. Sadece 50 yıl gibi bir süre sonunda 2 koca devletin içerisinden çıktığı büyük miktarda toprak kaybına uğramış olan bir Abbasi gerçeğinden bahsediyoruz.

Bir tarafta çok ciddi bir isyan potansiyeline sahip, bir arada tutması zor, büyük bir ülkenin başında olacaksınız ve bunun temel harcı İslam dini olacak ve dahası dış düşmanlara karşıda İslam dini üzerinden asker toplayacaksınız ama bir taraftan da hunharca dine saldırıp tahrif edeceksiniz… Aceba Akhenaton ‘un Firavunluk makamında olmasına rağmen yapamadığını, Abbasiler, hem de bastıkları zemine rağmen ve durduk yere mi yapmaya çalışacaklardı? Abbasilerin çıldırdığını sanmıyorum ama bunu savunmak düpedüz çılgınlıktır.

6. Çelişki

Bay Gibson ve onun gibi düşünen kişilere:

Camilerin bir kısmı Petra’ya bakıyor, bir kısmı Mekke’ye ve diğer büyük kısmı orta yere bakıyor diye bir tez üretiyorsunuz ve uydurduğunuz senaryodan kaynakların bahsetmemesi sorulduğunda ise Abbasilerin tüm kaynakları düzenlediğini iddia ediyorsunuz. Hatta Fetih 24 ile 25. Ayetler açıkça Mekke’yi ıspat edip Petra’yı çürüttüğünden dolayı Kur’an ‘a iftira etmeye kadar işi götürüyorsunuz. Peki hiç düşünmediniz mi gözü dönmüşçesine her kanıtı ortadan kaldırdığını varsaydığınız Abbasiler niye Petra’ya bakar halde camiler bıraksınlar? Nasıl Petra’ya bakan yada orta yere bakan camiler tespit edebiliyorsunuz?

7. 1-2 Derecelik hassasiyet ve Kıble teknolojisi

Gibson, farklı yönlere bakan camilerin, akademik sahada ne şekilde izah edildiğini biliyordu. Matematikte çok geri kalmış ve coğrafi bilgisi zayıf olan  grupların, ilk zamanlar kullandıkları geleneksel metotlarla uzaktaki bir yapıya sadece kabaca yönelebildikleri gerçeğine vurgu yapan açıklamaları okuduğu için komplo teorisini inşa edeceği zemini hazırlama adına bilim tarihini çarpıtma yoluna gitmiştir. Gibson’a göre ilk nesil Müslümanlar, küresel trigonometri ve ileri seviye coğrafya bilmekle ancak halledilebilecek derecede hassas şekilde kıble tayini yapabiliyorlardı. Neden bilim tarihini inkar gibi absürt bir yola sürükleniyor dersiniz? Çünkü onun komplo teorisi, eski insanların imkanlarının sınırlı olduğunu reddetmek zorundadır. Aksi halde kendi iddiası boşluğa düşüyor. İmkanların sınırlılığına vurgu yapan bir açıklama onun tezini gereksiz hale getiriyor.

Gibson’ın metodu ve varsayımları tarih bilimi açısından hatalıdır. Eski haritalarla modern haritalar arasındaki fark gösteriyor ki eski insanların zihinlerindeki dünya bizim uydu resimleriyle gözlemlediğimiz dünyadan daha farklıdır. Şu halde camilerin uydu resimlerinde, hassas şekilde Kabe’ye bakar vaziyette gözlemlenmesini nasıl bekleyebiliriz? Diğer taraftan kıble belirleme hakkında alimler arasında metot ve içtihat farkı olduğu gerçeğini Gibson öylece görmezden gelmektedir. Eski insanların zihinlerindeki coğrafi dünyayı ve ne çeşit bir kıble belirleme içtihadını benimsediklerini bilmeden uydu resimleriyle ahkam kesmek ve “bu camiler Ka’be ‘ye bakmıyor öyleyse altında bir bit yeniği olmalı” şeklinde komplocu bir yaklaşımda bulunmak hiçbir şekilde gerçek bir tarihçiye yakışmaz.

Gibson oldukça ilginç bir fenomene dikkat çekiyor ancak sıra bunu açıklamaya geldiğinde Gibson’ın tezleri bunu açıklamaktan çok çok uzaktırlar. Gibson’ın tezleri ironik derecede eksiklik, çelişki içermektedir. Gibson ilginç bir fenomene dikkat çekiyor ancak bunu ilk fark eden kendisi olmayıp bu sahada yapılmış çok değerli çalışmalar ve açıklamalar mevcuttur. Bunlar arasında öne çıkan prof. David A. King’in çalışmalarıdır ve İslam tarihi konusunda Batı medeniyetinde otorite kaynak olarak görülen EOI (Encyclopedia of Islam) içerisinde kıble bölümündeki yazı prof. King’e aittir.

II. Bölüm:   Eski  Camilerin  Kıblelerine  Dair  Genel  Bir Değerlendirme

Bu bölümde görüşlerine başvuracağımız Bilim tarihçisi Prof David A. King, cami kıbleleri ilgili tam bir uzmandır. Bu zamana kadar konuyla ilgi ortaya koyduğu çalışmalardan bazıları aşağıda  listelenmiştir.

Prof David A. King ‘in İlgili Makaleleri Işığında Erken Dönem Camilerinin Kıbleleri

  • “al-Khalîlî’s (universal) qibla table (for the whole world)” (1975);
  • “Some medieval values of the qibla at Cordova” (1978);
  • “Astronomical alignments in medieval Islamic religious architecture” (1982);
  • “The astronomical orientation of the Kaaba” (with Gerald S. Hawkins, 1982); and “Faces of the Kaaba” (1982);
  • “Al-Bazdawî on the qibla in early Islamic Transoxania” (1983);
  • “Architecture and astronomy: The ventilators of medieval Cairo and their secrets (regarding orientations in Cairo)” (1984);
  • “The sacred direction in Islam: A study of the interaction of reli­gion and science in the Middle Ages” (1985)
  • “Kibla (mathematical aspects)” in Encyclopedia of Islam (1986);
  • “The earliest Islamic mathematical methods and tables for finding the direction of Makka” (1986);
  • “L’Islam et la science : le problème de la qibla” (1987, based on DAK)
  • “Makka as centre of the world” in Encyclopedia of Islam (1991);
  • “Qibla charts, qibla maps, and related instruments” (with Richard P. Lorch, 1992);
  • “Folk astronomy in the service of religion: The case of Islam” (1994);
  • “The orientation of medieval Islamic religious architecture and cities” (1995);
  • “Samt (direction)” in Encyclopedia of Islam (1995);
  • “Islamic astronomy” (1996);
  • “Two Iranian world maps for finding the direction and distance to Mecca” (1997);
  • World-Maps for finding the direction and distance to Mecca – Innovation and tradition in Islamic science (1999);
  • Finding Qibla in Islam, partial Persian translation by Hossein Nahid of World-Maps book, (2016);
  • In Synchrony with the Heavens: Studies in astronomical timekeeping and instrumentation in medieval Islamic civilisation (2004-05);
  • “The sacred geography of Islam” (2005);
  • “The qibla in medieval Córdoba and the orientation of the Great Mosque” (2017).

Bilim tarihçisi Prof. David A. King diyor ki:

“9. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Müslümanlar, coğrafi bilgileri esas olarak Yunan kaynaklarından elde etmişlerdi , kıble sorununun ne olduğunu anlayabilmek ve  bu problemi çözmek için  Hint ve Yunan kaynaklarından matematiksel bilgiler edinmişlerdi – (Tabi) Ortaçağ parametreleri çerçevesinde.”

Aşağıdaki ayet mealinin de bu gerçeği desteklediği kanaatindeyim:

Cuma suresinden :

﴾2﴿

Ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydiler.

Ayetin tefsiri için Diyanet’in ilgili sayfasında şu açıklama yapılmıştır: https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Cuma-suresi/5179/2-4-ayet-tefsiri

Ümmî kelimesi bu bağlamda, “büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen Araplar” veya “kendilerine ait ilâhî bir kitabı olmayan topluluk” anlamlarıyla açıklanmıştır

Petra şehrinde Hıristiyan kiliseleri olduğu çok açık şekilde ortadadır. Petra halkının 6. Yüzyıla gelinceye kadar büyük ölçüde Hıristiyanlaştığı düşünülmektedir. Hıristiyan Bizans’ın eyaleti olduğu için de şehirde Hıristiyanlar hakim konumda olmalıdır ve bu durum, şehrin hızla Hıristiyanlaşması için muhtemel bir sebeptir. Bilindiği üzere Hıristiyanlara ve Yahudilere Ehli Kitap denmektedir. Ayetin birinci anlamından kaçmak isteyenler için ikinci anlam yenilgiyi baştan kabul etmek demek olur. Çünkü Peygamberin içerisinden geldiği topluluk kitabı olmayan bir topluluk iken Petra ise Hıristiyanların hakimiyetinde bir şehirdir.

Rivayetlere bakıldığında Mekke ‘de İslam’ın doğduğu sıralarda okuma yazma bilen çok az insan olduğu ifade edilmiş olup Bedir savaşının esirleri konusunda, belli sayıda kişiye okuma yazma öğreten savaş esirlerinin, serbest bırakılması bahsi meşhurdur. Ayetin ilk anlamı ile rivayetlerin uyumu gösteriyor ki Hz. Peygamber okuma yazma oranının düşük olduğu bir kavmin içerisinde zuhur etmiştir.

Bir diğer kanıtta şudur :

“İnternational Union Academies” himayesinde çok sayıda oryantalistin ortak çabası ile hazırlanan “The Encyclopaedia of Islam”  isimli eserin 6. cildinin 193. sayfasında  aşağıdaki şema ve bilgiler  verilmiştir. Eseri indirmek için buraya tıklayabilirsiniz.( https://tr.scribd.com/document/244067523/The-Encyclopaedia-of-Islam-Vol-6 )



ibn Khurradadhbih’in eseri olan Kitab al-Masalik’te yer alan bir şemayı kendi alfabeleriyle yeniden yazarak çizmişler.  Şema 9. yüzyıla ait. Şimdi düşünelim lütfen,  9. yüzyıldaki bir âlim kıble hakkında bilgiler verirken yukarıdaki gibi bir kaba coğrafi tasavvur kullanıyorsa acaba 7. ve 8. yüzyıldaki insanlardan ne kadar üstün bir başarı beklenebilir. Prof. King ‘in tespitinin doğruluğu aşikardır. Müslümanlar coğrafi bilgileri ve matematiksel bilgiyi daha çok Yunan ve Hint kaynaklarından almışlardı ve bu bilgilerden mahrum iken Prof. King’in “geleneksel metotlar” diye isimlendirdiği yöntemleri kullanmışlardı. Bununla birlikte matematiksel bilgiyi benimseyip zaman içinde daha da ileriye taşımış oldular. Tekrar altını çizelim, açıktır ki ilk nesiller bu donanımlardan mahrum idiler.

Peki matematik ve coğrafya yönünden oldukça geri kalmış olan bir medeniyetten bahsettiğimize göre, başta sahabeler olmak üzere İslam’ın ilk nesilleri, kıble bulma problemiyle nasıl baş ettiler?

Hassas diyemeyeceğimiz ancak yeterince doğru olan bazı metotlar uyguladılar. Prof David King, bu metotlar için “Gelenksel Metotlar” tabirini kullanmaktadır. Metotların kimi zaman bir hadis-i şerife getirilen yoruma, yani bir müçtehidin ortaya koyduğu içtihada dayandığı kimi zaman ise o zamanki kaba coğrafi tasavvur ile düşük seviyede ki yıldız /astronomi bilgisi üzerine temellendirildiği gözlenmektedir. Bu metotlar aşağıda yeri geldiğinde açıklanacaktır ancak öncelikle kıbleyi hassas şekilde tayin etmenin Modern bilime sahip olmayan insanlar için ne denli büyük bir problem olduğunu ortaya koymakta fayda görüyorum.

Prof. King diyor ki:

“…….. Gibson şunu anlayamaz: Kıble belirlenirken  hem halk astronomisinin teknikleri kullanıldı, 7. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar (sadece 9. yüzyıla kadar değil!)  hem de matematiksel metodlar kullanıldı, 9. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar. ( kesinlikle 7. yüzyıldan itibaren değil!)”
Yani , 9. yüzyılda matematiksel metot keşfedilinceye kadar sadece geleneksel yöntemleri kullanabildiler ama 9. yüzyılda matematiksel yöntem keşfedildikten sonra yine de bir çok yerde bir çok Müslüman grup geleneksel metotları  kullanmaya devam ettiler. Hem de yüzyıllar boyunca. Mesela aşağıdaki şema Osmanlıdan geliyor:

Bu şema Prof. King ve Richard P. Lorch ‘un 1992 tarihli bir yazısından alınmıştır. (Kaynağı kontrol etmek için Academia.com linki: https://www.academia.edu/34695176/122_KING_and_LORCH_1992_Qibla_charts_qibla_maps_and_related_instruments_History_of_Cartography_pdf)

Tarihi şemanın kolaylıkla anlaşılması için hemen sağ tarafında verilmiş olan Latin alfabeli versiyonuna dikkatle bakmanızı rica ediyorum. İslam toplumlarından bize kalan şema ve haritaların ortak bir özelliği güney yönünün yukarı alınmasıdır. Şemanın daha kolay anlaşılması için kuzey yönü yukarı gelecek şekilde şemayı döndürerek aşağı ekliyorum.



Dikkat edin, Irak ‘ın kıblesi olarak Güney-Batı yönü önerilmiş. Açıktır ki burada önerilen yön doğru olmakla birlikte ancak kabaca yönelmeyi sağlayabilecek şekilde bir öneridir. Elbette Osmanlının matematiksel prosedürler uygulayan astronomları da vardı ve bu astronomlardan kalma belgeler de mevcuttur ama Osmanlıda bile geleneksel mantıkla bilimsel mantığın birlikte işletildiği görülmektedir.

Peki yüzyıllar boyunca bir çok Müslüman topluluğun inşa ettiği camiler yanlış yönlere mi baktılar? Hayır ! Tamamı veya tamamına yakını yeterince doğru kıblelere bakmış oldular. Kıble ile ilgili Hadislere baktığımızda daha rahat anlaşılacak bu hususla ilgili şimdilik sadece aşağıdaki bilgiyi vererek konuya devam edelim.

Diyanetin bir birimi olan, Din İşleri Yüksek Kurulunun 2015 yılındaki içtihadına  göre 45 derece sapmaya kadar kişi yüzünü Kâbe’den çevirmiş sayılmaz yani namazı batıl olmaz.



Dolayısıyla yüzyıllar boyu neredeyse bütün Müslüman gruplar yeterince doğru bir kıble ile namaz kılmışlardır fakat hassas kıble tayini ancak coğrafya bilgisinin ve matematiğin ilerlemesiyle mümkün olmuştur.

Matematiksel prosedürler incelendiğinde, yaklaşık formül olarak nitelenen bir uygulama olduğu görülüyor ki bu uygulama Mekke’ye yakın yerlerde iyi çalışırken uzaklaştıkça sapma payı büyümektedir. Tam doğru matematiksel prosedür için küresel geometrinin yeterince anlaşılması gerekiyordu. Bir makalesinde Prof. King Müslüman astronomlardan Bağdatlı Habash’ın ortaya koymuş olduğu, bilinen ilk tam doğru matematiksel prosedürü tanıtmaktadır. (Makale linki: https://www.academia.edu/35868755/KING_2017_Reply_to_P%C3%A8re_Gallez)



Habash’ın Analemma metodunun açılımı:



Sunduğumuz  alıntıda, Habash isimli Bağdatlı astronomun 850 yılında kıbleyi bulmak için “Analemma” isimli matematiksel bir prosedür ortaya koyduğu ifade ediliyor. Bununla birlikte yukarıda sunduğumuz, 9. Yüzyıla tarihlenen şemayı yeniden hatırlamada fayda görüyorum.


9. yüzyıl önemli bir yol ayrımıymış gibi görünüyor ve ilk bilimsel prosedürler ortaya konurken bir taraftan da geleneksel metotların ve düşüncelerin uygulamalarının devam ettiği görülüyor. İlginçtir ki bu ikili durum yüzyıllar boyu sürmüş ve günümüze ulaşmıştır. Nitekim az önce Osmanlı’daki ikili duruma dikkat çekmiştik. Prof. King’in Makalesinde Mısır, Kurtuba ve Semerkanttaki camilerin kıble yönleri için şu şemalar verilmiştir. (Kaynak makale: https://muslimheritage.com/pibla-back-to-qibla/ )



a) KURTUBA: Usturlab hakkında yazılmış 12. yüzyıla ait bir Endülüs eserine göre Kurtuba’da ki camiler için şu farklı yönler kullanılmıştır: 113° standart yaklaşık formülle hesaplanan kıbledir (İslam dünyasının merkezi bölgelerinde yerel olarak iyi çalışır, ancak Endülüs için değil, hata 10 ° ‘den fazla ),

120° kış güneşinin doğumu  ,       135° Doğu ile Güney arasında bir uzlaşma,        150° Büyük Caminin yönü(Kabe’nin ana eksenine paralel olan yön) ,     180° güneye doğru


b) KAHİRE: Mısırlı tarihçi el-Maqrîzî (d. 1442), Kahire’de camiler için kullanılan şu  kıblelerden bahsetmiştir:

90° doğuya doğru ,    117° Kış güneşinin doğumu,    Sahabenin Kıblesi ,     127° o zamanın Astronomlarının kıblesidir. Kesin bir prosedüre göre hesaplanmış ve ilk olarak 10. yüzyıl Fâtimî astronom İbn Yûnus’un yazılarında beyan edilmiştir ,       141° Ibn Tûlûn Câmii’nin kıblesi,        156° – 204° Canopus yıldızının doğuşu ve batışı

c) SEMERKAND:  Hukuk alimi Ebu‘l-Yusr el-Bazdawî’nin (d. 1089) aktardığına göre Semerkand’ta camiler için  şu  kıbleleri   kullanmışlardır:

  270° Batıya doğru: Hanefî hukuk ekolü tarafından  kullanılmıştır ve Mekke’ye giden yolun şehre baktığı yöne karşılık gelir,

240° Kış Güneşinin batımı: Büyük cami için kullanılmıştır ,

230° El-Bazdawî tarafından sunulan bir tabloda yer almış bir değerdir.  Kıblenin azimutundaki Güneş'in irtifasını temel alır. 

225°güney-batı: Hanefî ve Şâfi’i kıbleleri arasında bir uzlaşma

180° Güneye doğru: Şâfi’î hukuk ekolünde kullanılır ve Medine’deki Peygamberin kıblesine göre düzenlenmiştir.

Bunca farklılığın olmasının iki temel sebebi vardır. Farklı Müslüman grupların kendi içlerine sinen görüş ne ise, o içtihadı uygulamasına, İslam devletleri müsaade etmiş ve bu hususta baskıcı olmamışlardır. Özellikle Hadisi şeriflerden kabaca bir yönelmenin yeterli olacağı anlamının çıkması sebebiyle idari yönetimlerin baskı kurmamış olduğunu düşünüyorum. Hadis-i şeriflerden bazılarına az sonra bakacağız. Dahası Matematiksel prosedürler kullanan astronomlar bile milimetrik olarak Kabe’ye denk geliyor olduklarını iddia edemezlerdi. Şu halde kimsenin milimetrik kıble tayini yaptığını iddia edemiyeceği bir ortamda, Müslüman gruplardan birisinin diğerine “benim kıblem seninkinden 5-10 derece daha doğru” diyerek baskı kurması da pek cazip görünmemiş olsa gerektir. Nihayetinde farklı grupların her birinin kendi içlerine sinen şekilde kıbleyi belirlemiş oldukları ve idari yapılarında bu konuda toleranslı olduğu anlaşılıyor. Bununla birlikte bilimsel gayret her zaman için olmuş ve Müslüman astronomlar yüzyıllar boyunca hesaplar yapıp kıble yönünü gösteren şemalar ve tablolar ortaya koymuşlardır. Farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda yaşamış astronomların hesaplamalarının da birbirinden farklı olduğu ve zaman içinde daha hassas değerler elde etmenin mümkün hale geldiği görülmektedir. Şu halde farklı zaman dilimlerinde inşa edilmiş camiler matematiksel prosedürlere göre inşa edilmiş olsalar dahi farklı açılara bakmış olacaklardır. Yine bu süreç içerisinde camilerin giderek daha küçük sapma paylarıyla Mekke’ye doğru yöneltildiklerinin gözlenmesi doğal karşılanmalı ve buradan bir komplo teorisi çıkarılmamalıdır.

Prof. King’in konuya getirdiği genel çerçeveyi ifade etmekte fayda görüyorum. (birebir çeviri değil ancak yakın)

**************************************************

genel bir açıklama: X bölgesindeki bir caminin hangi maksatla yönlendirildiğini anlamak istiyoruz diyelim. Caminin baktığı yön 120° olsun. (Yani 30 derece doğudan güneye doğru, çünkü kuzeyi tam 0° alıyoruz.) P bölgesi X camisine göre 130° de bulunuyor olsun. M bölgesi ise 140° de bulunuyor olsun.

Camiyi yapanların P bölgesine yönelmeye çalıştığını düşünmek cazip gelecektir. Fakat P ve M’ye verdiğimiz iki açı değeri , modern coğrafi koordinatlara ve doğru bir matematik formülüne dayanarak tespit edilmiştir. Ortaçağda ki mantıkla alakası yoktur. Bu sebeple P veya M bölgesinin amaçlandığını söyleyemeyiz.

Camiyi inşa edenlerin caminin kıblesini nasıl bulduğuna dair hiçbir fikrimiz olmadığında, caminin yanlışlıkla 20 ° hata payıyla M bölgesine yöneltildiğini veya 10 ° 'lik hata payıyla P bölgesine yöneltildiğini düşünmek saçma olur. Caminin kış güneşinin doğuşu kullanarak M’ye yöneltildiğini varsayalım çünkü ortaçağ metinlerinden bunun gerçekleştiğini biliyoruz. Sonrasında kış gün doğumunun (enleme bağlı olarak) caminin bulunduğu bölgede, kabaca 120 ° ye yakın olması şaşırtıcı olmayacaktır. Yüzyıllar sonra, nispeten daha doğru coğrafi veriler ve matematik bilgisi ile donatılmış bir ortaçağ astronomu, M bölgesinin yönünü 135 ° olarak hesaplamış olabilir, böylece başka bir cami inşa edilmiş olsun. Bu yön P ile M’nin ortasına bakar. Peki buradan nasıl bir anlam çıkar? Modern bir cami ise düzgün yapılırsa 140 dereceye yani tam M’ye bakacaktır.

Bazı ortaçağ camilerinin M’den ziyade P’ye odaklanması istatistiksel olarak mümkündür. Ortaçağ Müslüman dünyası düşünüldüğünde, Endülüsten Çin’e uzanan çok geniş bir coğrafyanın ortasında bir yerlerde M bulunuyor. İslam dünyasının büyük kısmı ise M nin kuzeyinde bulunuyor. Bu durumda M’nin kuzeyinde bir odak noktası oluşması muhtemeldir ve bu P bölgesi yada yakınında bir yerde olabilir.

Bu camilerin birçoğu, kardinal yönler dahil gün dönümü tarihlerindeki güneşin doğduğu veya battığı yönlerle  veya astronomik olarak tanımlanmış yönlerle karşı karşıya kalırsa, bu, kaçınılmaz olarak bir genellemeyi beraberinde getirecektir.

Belirli bir ortaçağ camisi ele alındığında, etrafındaki şehir planının da yönünü doğru bir şekilde ölçmek gerekir. Daha sonra o bölge için hukuk bilginleri(Şer’i alimler) ve astronomlar tarafından neyin önerildiğini de bilmek gerekir. Sonrasında belki caminin kıblesinin nasıl belirlendiği konusunda anlamlı bir yorum yapmaya başlayabiliriz. Dahası farklı bölgelerdeki uygulamaların aynı olması pek beklenemez. Büyük ölçekli bir araştırma aynı bölgedeki camileri kronolojik sıra içinde ele almalıdır.

(Özellikle aşağıdaki paragrafın doğrudan çevrilmesini uygun görüyorum)

“The orientations of medieval churches – toward Jerusalem, due east, sunrise at solstices, sunrise on saints’ days – have been investigated in recent years by colleagues in medieval Christian history and archaeoastronomy. The wide spectrum of results attest to the ingenuity of the human spirit, as is the case with medieval mosques. But suppose we discover that many churches face accurately toward Constantinople; does this mean they were deliberately intended to face Constantinople. No, it does not. We return to Gibson’s mosques facing Petra.”

“Orta Çağ kiliselerinin yönelimleri – Kudüs’e doğru, doğu yönünde, gündönümlerinde güneşin doğuşuna, azizler gününde güneşin doğuşuna –  geçtiğimiz yıllarda ortaçağ Hıristiyan tarihi ve arkeo-astronomideki meslektaşlar tarafından incelenmiştir. Sonuçların geniş spektrumu, orta çağ camilerinde olduğu gibi (kiliselerde de) insan ruhunun yaratıcılığını göstermektedir. Ancak, birçok kilisenin tam olarak Kostantinopolis’e baktığını varsayalım; Bu, kasıtlı olarak Konstantinopolis’e yönelmek istedikleri anlamına mı geliyor? Hayır öyle değil.

*****************************************

Prof. King’in makalesinde belirtildiğine göre, 8.yüzyılın sonlarıyla 9. yüzyılın başları arasında ilk matematiksel prosedür geliştirilmiş oldu ancak matematiksel prosedürün ortaya konması artık her şeyin milimetrik mükemmellikte olacağı anlamına gelmiyordu. Çünkü gereken matematiksel bilginin olması tek başına yeterli değildir. Yeterli coğrafi bilginin olması, hassas haritaların yapılmış olması veya insanların Kabe’nin enlem ve boylam bilgileri ile bulundukları yerin enlem ve boylam bilgilerini hassas şekilde bilmesi gerekmektedir. Bunlar ise yüzyıllar içerisinde, zamanla gerçek değerlerine yaklaştırılmışlardır.

Bunun gerçekten de böyle olduğunu görmenin kolay bir yolu eski haritalara göz atmaktır. Enlem ve boylam düşüncesine sahip olan ve Dünyayı küre olarak düşünen Ptolemy‘nin haritasına bir göz atalım.



Aşağıda Ptolemy ‘nin haritasının günümüz haritasıyla üst üste getirilmiş halini inceleyebilirsiniz.



Miladi 150 civarında hazırlanmış Ptolemy haritasının enlem ve boylam düşüncesinin kullanıldığı ilk harita olduğu kabul ediliyor. Yukarıdaki karşılaştırmada enlem belirleme konusunda nispeten başarılı olunsa da boylam konusunda büyük sapma payları olduğu çok açıktır. Örneğin Türkiye kısmına bakabilirsiniz yada haritanın istediğiniz herhangi bir yerine….

Ptolemy’den yüzlerce yıl sonra bile boylam tespiti çok zor bir konuydu ve mekanik saatler geliştirilmeden önce yüksek hassasiyette boylam tespiti yapmak neredeyse imkansızdı.

İngiliz donanmasının geçmişte yaşadığı sıkıntılar, can ve mal kayıpları da konunun anlaşılmasına yardımcı olabilir diye düşünüyorum. Denizde rota belirlerken yapacağınız bir derecelik hata bile sizi hedefinizden km ‘lerce uzağa sürükleyebilir. Bazen önünüze tehlikeli kayalıklar çıkabilir veya geçmek istemediğiniz tehlikeli yerlere gelmiş olabilirsiniz. Denize açıldıktan sonra çıkacak bir fırtına rotanızı kaybetmenize sebep olabilir ve bu durumda konumuzu tespit edip varmak istediğiniz yere göre yeniden rota belirlemeniz gerekecektir. Şu halde hem kendi bulunduğunuz yerin enlem ve boylamını hem de varacağınız yerin enlem ve boylamını bilmek zorundasınız. Kuzey kutup yıldızının ufuk çizgisinden (açısal) yüksekliği size enlem hakkında bilgi verirken boylamı tespit etmek için yerel zaman farkını bilmek gerekir. Mekanik saatler yapıldıklarında bu iş için yeterince faydalı olamadılar. Çünkü denizde sürekli sarsılıp duran bir geminin içerisindeki mekanik saat düzenekleri yanlış değerler gösteriyordu. John Harrison’ın 1700’lerde denizde kullanılabilecek saati geliştirmesi büyük bir gelişme olarak değerlendirildi ve kendisine büyük bir ödül parası verildi. Geliştirmiş olduğu saat denizdeki sarsıntılardan çok az etkileniyordu ve denizcilerin boylam bulabilmesine büyük bir katkı sağlayacaktı ve kısa süre içerisinde daha da geliştirilmiş oldu. Wikipedia'da John Harrison'ın saati için şöyle deniyor: (kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/John_Harrison ) 


“Harrison’s solution revolutionized navigation and greatly increased the safety of long-distance sea travel. The problem he solved was considered so important following the Scilly naval disaster of 1707 that the British Parliament offered financial rewards of up to £20,000 (equivalent to £3.17 million in 2021) under the 1714 Longitude Act.”

Harrison’ın çözümü navigasyonda devrim yarattı ve uzun mesafeli deniz yolculuğunun güvenliğini büyük ölçüde artırdı. Çözdüğü sorun, 1707’deki Scilly deniz felaketinden sonra o kadar önemli kabul edildi ki, İngiliz Parlamentosu 1714 Boylam Yasası uyarınca 20.000 Sterlin’e kadar (2021’de 3.17 milyon Sterlin’e eşdeğer) mali ödüller teklif etti.

Boylam tespiti ptolemy ‘den çok sonra bile doğru şekilde yapılamadığına göre kıble probleminin eski insanlar için basit bir problem olmayacağı ortadadır.

Dahası İslam dünyasında, Ptolemy’nin bir çok alim tarafından benimsenmemiş olduğuna kanaat getiriyorum. Bunu Ortaçağdan günümüze kalmış olan ve Müslüman coğrafyacılara ait olan haritalardan yola çıkarak söylüyorum.

İbn Havkal’ın 10. Yüzyıla ait Dünya haritası. (kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/File:Ibn_Howqal_World_map.jpg)



Güney Yönünün yukarı getirilmiş olduğuna ve Dünya’nın Hicaz bölgesi merkezli, tepsi gibi düz ve yuvarlak bir şey olarak düşünüldüğüne dikkat ediniz.

İbnü’l-Wardi’nin Dünya Atlası : Wikipedia ‘nın verilerine göre ibn Al wardi, 14. Yüzyılda yaşamış bir alimdir . (https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/d3/Ibn_al_Wardi%27s_atlas.jpg)



Wikipedia'da verilen bu görselin daha net haline “World Digital Library” adresinden ulaşabiliyoruz. WDL‘nin ilgili sayfasında sadece harita sunulmamış, aslında haritayı içeren eser tüm sayfalarıyla birlikte sunulmuştur. Bu sayfayı ziyaret ederek haritayı büyütüp yazıları net şekilde okuyabilirsiniz.

https://www.wdl.org/en/item/11218/view/1/26/



Görüldüğü üzere bir önceki haritanın dikkat çekilen bütün özellikleri bunda da mevcuttur. Güney yönünün yukarı alınması, Hicaz’ın merkezde oluşu, Dünya’nın düz ve yuvarlak oluşu burada da açıkça karşımıza çıkıyor. Hepsine ilaveten Dünyanın etrafı dağlarla çevrilmiş gibi görünüyor.

El-İdrisi’nin(1100 – 1165) Dünya Haritası : (Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Muhammad_al-Idrisi#/media/File:Al-Idrisi’s_world_map.JPG)



Bu haritalarda gördüğümüz Mekke merkezli düz ve yuvarlak Dünya fikri üzerinde biraz durmak istiyorum. Dünya’nın bu şekilde olduğuna inanan Alimlerin Ptolemy‘nin coğrafyasını reddetmesi bence normal karşılanmalıdır. Bu düşüncenin kökleri hakkında ip ucu olabilecek bazı bilgiler sunmak istiyorum.

AL-İ İMRAN 96. Ayetin meali:

﴾96﴿

Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir hidayet ve bir bereket kaynağı olan Mekke’deki evdir.

Ayette Bekke olarak geçen kelime mealde Mekke olarak verilmiş. 1400 yıl boyunca da insanlar bu kelimeyi Mekke ile ilişkili olarak düşündüler. (tâ ki Gibson’a gelinceye kadar) Ayetten hareketle yeryüzünde Allah’a ibadet için kurulmuş ilk evin Ka’be olduğu sonucuna varılırsa, ilk insan da Hz. Adem olduğu için Ka’be’nin ilk inşa edicisinin Hz. Adem olduğu akla gelir. Gerçi ayette Hz. Adem’in ismi geçmiyor ve ilk insan zamanında ibadet şekli nasıldır bilemiyorum. Aceba ilk ibadetler bir mabedle ilişkili miydi yoksa değil miydi? Bence gayet hassas bir konu ve etraflıca araştırılarak ayetin yorumlanması gerekiyor ancak Müslümanlar arasında ayetin ilk akla gelen yorumu yaygın bir kabul görmüş durumdadır. Bu yoruma göre Hz. Adem en azından bir süreliğine de olsa Mekke’de bulunup Ka’be’yi inşa etmiştir. Bunun eski ve yaygın bir inanış olduğunun kanıtlarından bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum:

Kahire Üniversitesinden Linguistik profesörü Heba M.I.M. Aboul-Enein‘in Mekke hakkındaki makalesinin 167. Sayfasında verilen bilgilere göre:

Taberi’nin eserinde Mekke’deki Ebu Kubeys dağının etekleri Hz. Adem’in vefat ettiği ve gömüldüğü yer olarak anılır. Bir başka İslam (Ibn Kathiir, Al-Bidaayah wa-l-Nihaayah,Vol.I, p.161) alimi ise Hz. Adem in gömüldüğü yerin tartışmalı olduğunu bazılarına göre Ebu Kubeys dağının mağarasında ve bazılarına göre ise (Mina’daki) Al Khaif Camisinde gömülü olduğunu yazmıştır. Ayrıca Crichton isimli doğu bilimcinin (1838) yazdıklarında da şu ifade geçmektedir:

“……………..Here is the mosque of Meshed el Kheif, in which the

Arabs assert that Adam was buried. (p.221)”

Bir başka doğu bilimci olan Burton ise şöyle yazmıştır (1855)

The sepulcher of Adam at the Masjid al-Khayf is, like that of Eve,

gigantic…….”

Tüm bu veriler Hz. Adem in Gömülü olduğu yerin Hicaz içerisinde yani Mekke ile ilişkili olarak düşünüldüğünü gösteriyor. Yüzyıllardır yaygın olarak hem de hangi dağın mağarasıyla ilişkili olduğu ifade edilecek derecede, Hz. Adem, Mekke’de bulunmuş ve vefatından sonrada o civara gömülmüş olarak kabul ediliyor.

Ayrıca Mekke’nin yeryüzünün merkezi olarak düşünülmesinde büyük olasılıkla etkisi olmuş olan bir ayetin daha mealini vermek istiyorum:

“Böylece biz sana Arapça bir Kur’ân indirdik ki, şehirlerin anası (olan Mekke) halkını ve etrafındakileri uyarasın ve hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutasın. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir.”( Şura, 42/7)

Öyle sanıyorum ki, Mekke’nin çevresinden tüm Dünya’yı anlama isteği ve Dünya’nın her yerinden ibadet için Ka’be ‘ye doğru yönelmek bu beklentiyi oluşturmuştu. Halbuki Hz. Peygamberin dini tebliğ etmeye önce akrabalarına, yakınlarına tebliğ yaparak başladığı sonradan Mekke geneline yöneldiği ve sonradan Mekke çevresine de tebliğe başladığı, zamanla Mekke’yi fethettikten sonra Bizans imparatoru ve Sasani imparatoru dahil etraftaki hükümdarlara tebliğ mektupları gönderdiği biliniyor ve aslında Kur’an’a bakıldığında da yukarıdaki Mekke ve çevresini uyarmayı emreden ayetin yanında Kur’an'da, İslamın mesajının evrensel olduğunu teyit eden ayetler olduğu da görülmektedir. Ayetler bir anda inmeyip 23 yıla yayıldığına göre yukarıdaki ayette bu süreç içerisinde değerlendirlip anlaşılabilir diye düşünüyorum ancak bu gün dahi bu ayeti yorumlayanlar “Mekke‘nin çevresiden/etrafından” tüm dünyayı anlamak isteyebiliyor. Ayrıca ayetin mealinde ki ifadeye dikkat ettiğimde,

“Böylece biz sana Arapça bir Kur’ân indirdik ki, şehirlerin anası (olan Mekke) halkını ve etrafındakileri uyarasın……”

Kur’an dilinin Arapça olmasının hikmeti ifade ediliyor diye algılıyorum. Yani bu Kur’an Arapça indi çünkü başlangıç olarak Mekke ve çevresinin uyarılması durumu söz konusu idi.  Neden Mekke’den başlandığı içinde bir hikmet ifade ediliyor gibi algılıyorum ve “Mekke” kelimesi kullanılmayıp “Şehirlerin Anası” ifadesi tercih edilmiş. Yani benim algılayışıma göre coğrafi bir durumu tasvir etme değil kitabın dilinin niçin Arapça olduğunun açıklanması söz konusudur. Ancak küçük bir araştırma ile bir çok Müslüman tarafından ayetin coğrafi olarak değerlendirilmiş olduğunu görebilirsiniz.

Düz Dünya kabulünün yaygın olduğu Ortaçağda, Dünya’nın her tarafından ibadet için Ka’be’ye doğru yönelme durumu, yuvarlak ve Mekke merkezli bir Dünya’yı düşünme de etkili olmuş olsa gerektir. Günümüzde bazı kimseler küre bir Dünya‘da kıble konusunda problem çıkacağını düşünselerde, şu linkten ulaşacağınız sayfada küre bir dünyada kıblenin nasıl olacağı sorusunun cevabını ayet ve hadisler ışında sunmaya çalıştım: https://komplopetra.blogspot.com/2020/03/kure-bir-dunya-da-kble-sorun-olur-mu.html

Eğer ayet ve hadislerdeki ifadelere dikkatle bakılırsa, küre bir dünyada da kıblenin ifadelere uygun şekilde tayin edilebileceği görülmektedir.

Düz dünya görüşünün çok yaygın olduğu zamanlarda Dünya’nın Kabe merkezli bir yuvarlak olarak düşünülmesinin en az dört sebebini ifade etmiş olduk:

1. Düz Dünya kabulünün yaygın oluşu,

2. İlk insanın burada ilk Mabed’i yaptığına inanılıyor olması,

3. Ayette Şehirlerin Anası’nın ve çevresinin uyarılmasından bahsediliyor ki, bu gün dahi bunu coğrafi olarak düşünenler olduğuna göre geçmiş zamanda çok daha yaygın olması beklenir. Bunun coğrafi yorumuna göre: Mekke Dünya’nın merkezi olduğu için Mekke‘nin etrafı tüm Dünya’dır.

4. İbadet için Dünya’nın neresinde olursa olsun kişinin Mekke’ye yönelmesinin psikolojik etkisi.

Şu halde Müslüman coğrafyacıların bir çoğunun Dünya’yı Mekke merkezli düz ve yuvarlak bir tarzda çizmeleri oldukça anlaşılır bir şeydir. Tabi bu durumda Ptolemy’nin modelini benimsememe eğilimi de anlaşılır bir şey olmaktadır. Ancak herkesin bu şekilde düşünmediğini belirtmekte fayda görüyorum. Mîladî 830 civarında Müslüman bir alim olarak Harezmi’nin, küresel olan Ptolemy modelini devralıp, çok sayıda alimden yardım da alarak, enlem ve boylam değerlerini yeniden hesaplamaya çalıştığını ve 2000 den fazla yerleşim yerinin kıble değerlerini belirleyen bir çalışma ortaya koyduğunu ifade etme ihtiyacı hissediyorum. Elbette çağın imkanları çerçevesinde ki bir hassasiyet seviyesinden bahsediyoruz ki bunu da özellikle belirtelim.

El İdrisi’nin Haritasına Dikkat !

El idrisi’nin haritasında Mekke’nin merkezde olduğu ilk bakışta seziliyor ama ben yaptığım kontrolle gördüm ki özel bir dikkatle Hicaz bölgesini dünyanın merkezine koymuş. El idrisinin haritasını Geogebra programına aktardım. Dünya yuvarlağının merkezini program ile bulduğumda Mekke ‘yi içeren Hicaz’ın hassas şekilde merkezde çizildiğini görmüş oldum. Aşağıda ki resimde görebilirsiniz. Yaptığım işlem Çemberin merkezini bulma işlemidir ve kesişim noktası merkez olup , şekilde gördüğünüz siyah dörtgeni, kesişim noktasına, Kabe’yi temsil etmesi için ben ekledim.





Ayrıca haritanın etrafına yönlerin yazıldığına dikkat ederseniz göreceksiniz ki “güney” yönü yukarıda olacak şekilde hazırlanmış. Tüm harita genelinde ki yazıların duruşunu da kontrol ederseniz güneyin yukarı getirilmiş olduğundan emin olabilirsiniz. Güney yönünü yukarı alma fenomeni, eski Müslüman alimlerinde yaygın olan bir davranıştır.

Kıble hakkındaki orta çağdan günümüze kalmış bir çok şemanın da ortak bir özelliği güney yönünün yukarıda tutulmuş olmasıdır. Gerek haritalarda gerekse kıble şemalarında güneyi yukarıda göstermenin sık karşılaşılan bir şey olmasının yanında ilgili olabileceğini düşündüğüm başka bir fenomenden bahsetmek istiyorum. Müslüman Coğrafyasında azınlıkta kalsa da, Buhara’dan İspanya’ya uzanan çok geniş bir alanda bazı camilerin kıble duvarı, doğrudan güneye bakacak şekilde inşa edilmiştir. Bu durumdan bahseden prof. David A. King bu durumu şuna bağlıyor: Hz. Peygamber Medine'de iken kıblesi doğrudan güney yönü idi. Çünkü Mekke Medine’nin güneyinde idi. Bu sebeple Müslümanlar arasında “güney içtihadı” azınlıkta kalsa da azımsanamayacak kadar çok caminin kıblesinin belirleyicisi olmuş oldu. Doğrudan güneye bakan camiler fenomeni ile Haritalar da güneyin yukarı alınması ilişkili olabilir diye düşünüyorum ancak doğrudan bir ilişki gösteremiyorum. Müslüman coğrafyasının büyük kısmı Mekke‘nin kuzeyinde kalmaktadır. Harita çizen alimler kendilerinin yaşadıkları yerleri aşağıda Mekke’yi ise daha yukarda göstermek istemiş olabilirler.

El İdrisi’nin Haritalarının Petra Tezi Açısından Önemi

El İdrîsi’nin haritası konumuz açısından tek başına ciddi bir delil teşkil etmektedir.

Gibson’ın Petra tezine göre Kabe’nin güya yeri değiştirilmiş ve bunun sebebi Abbasiler ile Emevilerin çatışması olmuştu. Güya yer değişikliğinden sonra Abbasiler tüm delilleri karartmaya çalışmıştı. Bir çok vahim problemi olan bu düşüncenin sorunlarından biriside şudur:

Emeviler çok geniş bir alanda hüküm sürmekteyken 740 ile 750 arasında ki bir tarihte Horasan’da Abbasi isyanı patlak vermişti. Muhtemelen uzun bir hazırlık ve örgütlenme aşaması olan bu isyan giderek büyümüş ve Emevi coğrafyasının çok büyük bölümü Abbasilerin eline geçerek yeni bir dönem başlamıştı. Abbasilerin, Emevilerin başkenti olan Şam‘ı ele geçirdikleri süreç yaşanırken Emevi Halifesinin torunlarından Abdurrahman isimli bir kişi Abbasilerin eline düşmeyip, Afrika üzerinden İspanya’ya geçmeyi başarmıştı. İspanyada Endülüs Emevi devletini kurmuş oldu ve uzun bir süre Abbasilerin yanında birde Endülüs Emevileri halifelik iddiasında bulunmuş oldular. Yani Abbasiler'in dönemi başlamış olsa da Emeviler yok olmamış ve İspanya da tutunmuşlardı. Bu sebeple Emevilerin kıblesinin neresi olduğunu anlamak isteyen Endülüs Emevilerine bakabilir. 784 ‘te kurulan Kurtuba’daki Büyük Cami açıkça Mekke ‘deki Kabe’yi hedeflemiştir. Yeri geldiğinde özellikle üzerinde durulup açıklanacaktır.

Endülüs Emevilerinin kıblesinin de Mekke oluşu gösteriyor ki kıble konusunda Emeviler ile Abbasiler arasında bir tartışma, bir fark olmamıştır.

Yaklaşık 300 yıl Emevi hükmü altında kalan İspanya‘da Emevi devletinin yıkılmasıyla kısa bir kargaşa dönemi olup sonrasında Murabıtlar Devleti kurulmuştur. Hem Emevi dönemine hem de geçiş dönemine şahid olan ve Emevilerin kısa süre vezirliğini de yapmış olan İbni Hazm’ın Eserinde Ka’be’den söz edilirken Ka’be’nin Mekke’de olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

Endülüs Coğrafyası Abbasilerin hiçbir zaman erişemediği bir coğrafya olmuştur. Abbasiler hakkındaki iftiralar Endülüs coğrafyası için ileri sürülemezler. Endülüs’teki hiçbir camiye ve kitaba Abbasilerin müdahalesi iddia edilemez. Kitaplarında Ka’be ‘nin Mekke’de oluşundan bahseden Endülüslü Müslüman alimlerin eserlerinden örnekler sunduğumuz şu yazımıza bakabilirsiniz: https://komplopetra.blogspot.com/2019/03/petrann-bas-endulus-alimleri-ile-dertte.html

Murabıtlar dönemi kısa sürmüş olup sonrasında “Muvahhidler Halifeliği” kurulmuş ve Kuzey Afrika topraklarının bir kısmını da ele geçirmişlerdir. İsimden de anlaşılacağı üzere, Abbasi halifeliğini tanımayıp kendi Halifeliklerini ilan etmişlerdir. İşte bu dönemde Endülüslü Müslüman Coğrafyacı El-İdrisi, iki değerli harita hazırlamıştır. Birincisinde açıkça görüldüğü üzere Ka’be Dünyanın merkezindedir. Gerçi bu harita çok hassas çizilmemiş olup asıl amacı ülkelerin biribirine göre nisbi konumunu göstermek ve Dünya’nın genel görüntüsünü vermekmiş gibi görünüyor. Yinede Hassas şekilde Mekke’nin merkeze yerleştirildiğini görmekteyiz. Haritada Petra’nın adı hiç geçmemektedir. Ürdün civarında El Şam yazısı göze çarpıyor.



El idrisinin 2. Haritasıhttps://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/a/a1/TabulaRogeriana_upside-down.jpg



Paylaştığımız linki kullanarak haritayı büyütülmüş haliyle inceleyebilirsiniz. Gerçekçi ve hassas çizilmeye çalışılmış bu haritanın ilgili bölümünü büyütüp incelerseniz Petra’dan hiç bahsetmediğini göreceksiniz.

Abbasilerin hiçbir zaman erişemediği ve ilk 300 yılını doğrudan Emevilerin şekillendirdiği Endülüs diyarından, Abbasi halifeliğini tanımayıp Kendi Halifeliğini ilan eden Muvahhidlerin döneminden bir harita, bize Dünya’nın Merkezi Mekke’dir diyor.

Orta çağ dönemindeki Müslüman alimlerin, kıble konusundaki içtihatlarına  göre, 3 gruba ayrılabileceğini düşünüyorum. Müslümanların bir bölümü geleneksel usuller kullanarak yollarına devam ederken diğer  bir  grup   ise Ptolemy coğrafyasını temel alıp daha da geliştirmeye çalıştılar. Hem enlem ve boylam hesaplarını daha doğru şekilde ortaya koymaya gayret ettiler hem de “Analemma” gibi küresel geometriyi doğru şekilde modellemeye yarayacak bir metot geliştirmiş oldular.  Bir de geleneksel mantığı daha ileri taşıyan coğrafyacı bir ekolün olduğunu söyleyebiliriz. Yukarıda al-Wardi ‘nin Mekke merkezli düz Dünya haritasını vermiştik. Al-Wardi’ye atfedilen aşağıdaki şemaya bakın:



Kaynak: https://www.academia.edu/34695176/122_KING_and_LORCH_1992_Qibla_charts_qibla_maps_and_related_instruments_History_of_Cartography_pdf) (sayfa 10)

Al-Wardi’nin Dünya haritası ile 72 bölmeli kıble şemasını yan yana vermek istiyorum:

72 bölmeye ayrılması gerçekten etkileyici ancak enlem ve boylama dayalı matematiksel bir prosedür yok. Öyle sanıyorum ki Dünya’yı gezip ülkelerin , şehirlerin birbirine göre konumlarını resmetmeye çalışan coğrafyacılar, kıble şemaları hazırlarken de bu göreceli coğrafi verileri esas aldılar. Geleneksel yaklaşımların etkisi açıkça görülüyor. Ülkelerin, şehirlerin her birini Kabe’nin bir duvarına bakacak şekilde resmetmiş.

Bu ekole ait bulunan diğer şemalarda gösteriyor ki, yüzlerce yıl boyunca sürüp gitmiş bir ekolden bahsediyoruz. Aşağıda Osmanlıdan bir şema var.

Kaynak: https://www.academia.edu/34695176/122_KING_and_LORCH_1992_Qibla_charts_qibla_maps_and_related_instruments_History_of_Cartography_pdf) (sayfa 7)



Şemanın açıklamasında deniyor ki, dış bölmelerdeki açıklamalar, o bölgede hangi yıldızın referans alınarak kıblenin bulunacağını anlatıyor. Yıldızların ufuktaki doğuş veya batış noktaları kullanılıyor.

Kaynak makalede bulacağınız başka şemalarda var ki, Mekke merkezli düz Dünya’dan vazgeçmeksizin ülkelerin, şehirlerin birbirine göre nisbî konumlarını dikkate alıp yıldız yönleriyle ilişkilendirerek geleneksel yaklaşımları zaman içerisinde geliştirmişler gibi görünüyor.

Bir tarafta Ptolemy’nin coğrafyasını temel alan ve daha da geliştiren Harezmi(9. Yüzyıl), Habash(9. Yüzyıl), Suhrâb(10. yy) ve Biruni(11.yy) gibi alimlerin çalışmaları varken diğer tarafta ise Dünya’nın Mekke merkezli, düz ve yuvarlak olduğu fikrinde olan coğrafyacılar var. Dahası Sahabe zamanlarından kalan metotları geliştirmeksizin doğrudan uygulayan gruplar bile yüzlerce yıl boyunca var oldular. Şu halde kaçınılmaz olarak camiler bir çok farklı yöne doğru inşa edilmiş olup bir noktada odaklanamamış olacaklardır fakat hangi açısal yöne bakarlarsa baksınlar tüm Müslüman grupların kıblesi Mekke’deki Kâbe olmuştur.

Haritalar üzerinde durmuş olduk çünkü, haritayı doğru çizemiyorsanız bunun anlamı Kabe ve sizin yaşadığınız yerin Dünya üzerindeki doğru konumlarını gösteremiyor ve bilemiyor oluşunuz anlamına gelir. Ptolemy ‘nin coğrafyasını temel almış olan, çağının en bilimsel yaklaşımlarını kullanan alimler dahi günümüz bilim insanlarının hesap ettiğinden farklı değerler hesap etmişlerdir. Bunu geride bıraktıkları tablolar ve şemalardan anlayabiliyoruz. Dolayısıyla Petracıların beklediği türden hassas kıble tayini yapılmış olması beklenemez. Denk gelmesi halinde bile böylesi durumlar için istatistik biliminde “şans başarısı” tabiri kullanılmaktadır.

Mimar Sinan’ın Camilerini Test Edelim:
Mimar Sinan’ın  Çıraklık eserim dediği Şehzade camisi için:



Kalfalık eserim dediği Süleymaniye Camii:


Yine bunda da  ciddi bir sapma payı var.  (Tabi GoogleEarth’ün gösterimine göre)

Ustalık Eserim dediği Selimiye Camii:


Diğer ikisinden daha başarılı olduğu ve kendi çağına göre ise oldukça  başarılı olduğu açık.

Elbette Mimar Sinan’ın  camilerini yaptığı yerler Mekke’ye oldukça uzak yerlerdir ama yine de Mimar Sinan döneminde pusulanın  bilindiği , Mimar Sinan’dan belli bir süre önce Ali Kuşçu ile birlikte belli bir astronomi ve matematik birikiminin Osmanlı’ya geçtiği ve Mimar Sinan’ın kendisinin de bir dâhi olduğu ve üstelik denizcilik faaliyetleri sebebiyle 7. ve 8. yüzyıla göre çok daha iyi haritalar yapılmış olması gerektiği  göz önünde bulundurulduğunda, 7. ve 8. yüzyılın pusulayı bile (büyük olasılıkla) bilmeyen insanlarından ne ölçüde hassas kıble tayini beklenebileceğini bir düşünün.

Pusula ve Haritayla Cami yapmak
Bundan 50 yıl önce herhangi bir ilimizde hayırsever vatandaşların kendi gayretleriyle bir cami inşa ettiklerini varsayalım.  Öncelikle pusulayla ana yönleri belirlemiş olsunlar. Daha sonra ellerine geçen bir harita üzerinde bulundukları şehir ile Mekke’yi birleştiren bir çizgi çizsinler.  Bu çizginin Güney yönüyle arasındaki farkı ölçüp pusulanın belirlediği güneyle kıble yönü arasında kaç derece fark olacağını bu şekilde tespit ederek camilerini inşa etsinler. Bu şekilde inşa edilmiş bir cami, sizce,  gerçek  kıbleden ne kadar sapmış olur?
Pusulanın gösterdiği kuzey, gerçek kuzey değildir. Çünkü kuzey kutup noktası ile manyetik kutup noktası arasında ülkemizdeki şehirler için ortalama 4,5 derece fark vardır.  Bunun yanında 50 yıl önce halktan birinin eline geçecek bir harita muhtemelen Merkatör projeksiyon olacaktır. Merkatör projeksiyonun hata payının da, olduğu gibi bu hesaba yansıdığını düşünün.  Birde inşa sırasında çok hassas davranmadıkları sürece ufak bir sapma olacaktır. Tüm bunları üst üste eklerseniz bahsettiğim şekilde yapılmış bir camide  6-10 derecelik bir sapma  hiçte şaşırtıcı olmayacaktır.

Özellikle matematiksel prosedürün henüz olmadığı dönemde yapılmış ilk camiler söz konusu olduğunda yada sonraki dönemde yaşamış olsalar bile Matematiksel prosedürleri ve Ptolemy coğrafyasını bilmeyen yahut benimsemeyen grupların yapmış olduğu camiler söz konusu olduğunda sapma paylarının büyük olması gayet normaldir. Şu halde eski camilerin kıble yönelimlerini anlamaya çalışırken “Geleneksel Usullerin” neler olduğunun bilinmesinde büyük fayda vardır. Geleneksel metotların mantığına inebilmek içinde kıble hakkındaki bazı hadislere bakmamız gerekecektir. Sıradaki bölüm de söz konusu hadisler ve geleneksel metotlar işlenecektir.


III. Bölüm:  Kıble  Tespitinde Kullanılmış, Matematiksel  Olmayan,  Geleneksel   Metotlar

Bir önceki bölümde ifade edildiği üzere kıble belirleme konusunda, matematiksel prosedürün 9. Yüzyılın başları civarında ortaya konmuş olduğu düşünülmektedir. Harezmi’nin çalışması 830 civarındadır. Matematiksel prosedüre uygun inşa edilmiş olan (bildiğimiz) ilk cami 840 ‘lardan gelmektedir. Tam doğru matematiksel metodun ortaya konması ise 850’de Habash tarafından başarılmıştır. Bununla birlikte matematiksel metottaki doğruluğun tek başına yeterli olmadığını, coğrafi koordinatlarında hassas şekilde ortaya konabilmiş olması gerektiğini anlatmıştık. Enlem tespiti nispeten kolay olmasına rağmen boylam tespitinin çok zor oluşundan bahsetmiştik. Yani dönemin matematikçilerinin belirlediği kıbleler dahi yüksek hassasiyet gösteremeyebiliyordu.

Özellikle matematiksel prosedürün henüz olmadığı dönemde yapılmış ilk camiler söz konusu olduğunda yada sonraki dönemde yaşamış olsalar bile Matematiksel prosedürleri ve Ptolemy coğrafyasını bilmeyen yahut benimsemeyen grupların yapmış olduğu camiler söz konusu olduğunda ise sapma paylarının büyük olması gayet normaldir. Şu halde eski camilerin kıble yönelimlerini anlamaya çalışırken “Geleneksel Usullerin” neler olduğunun bilinmesinde büyük fayda vardır. Geleneksel metotların mantığına inebilmek içinde kıble hakkındaki bazı hadislerle başlamakta fayda görüyorum.

Kıble Hakkındaki Hadis ve İçtihatlardan bazıları:

Müslüman akademisyenler tarafından hazırlanan bir yazıda, en eski kıble belirleme usulleri değerlendirilmiş ve bu kapsamda ki hadisler sunulmuştur. Bende o yazıdan bazı hadisleri ve onlara getirilen içtihatları alıntılıyorum :
(Kaynak:  https://www.islamic-awareness.org/history/islam/dome_of_the_rock/qibla )

İmam Malik’in Muvatta isimli kitabından bir hadis:
“Doğu ile Batı arasındaki herhangi bir yer, birisi Beyt’e (Ka’be’ye) doğru ilerlediği sürece kıble olarak alınır “.

Birden fazla kaynakta tekrar eden benzer bir hadis  rivayeti ise şöyledir:
“[Anywhere] between the East and the West is a qibla”
“Doğu ile batı arası kıbledir. “

El Munteka isimli eserde Muvatta’daki hadis için şu yorumlar aktarılmıştır:

“Aḥmad ibn Ḥanbal said: “This applies to all countries except in Makkah at the House [i.e., the Sacred Mosque] where whoever shifts from it has missed the qibla.”

Ahmed bin Hanbel dedi ki: “Bu (söz), içerisinde Beyt bulunan Mekke haricindeki bütün memleketler için geçerlidir. ondan her kim saparsa , kıble’yi kaçırmıştır.”

“Ahmad ibn Khalid said: “This hadith applies to the inhabitants of Madinah and whoever is like them whose qibla is between East and West”, narrated by Muhammad ibn Maslamah from Malik.”

Ahmed ibn Halid şöyle dedi: “Bu hadis Medine sakinleri için geçerlidir ve her kim onlar gibi ise onun kıblesi Doğu ve Batı arasındadır”, Muhammed ibn Maslamah Malik tarafından anlatılmıştır.

Ahmad ibn Khalid said: “As for those who are located to the East of Makkah or to the West, their qibla is between South and North and they have room in that [i.e., flexibility in the determination of the direction] as much as the inhabitants of Madinah and others have.”

Ahmed ibn Halid şöyle dedi: “Mekke’nin doğusuna ya da Batı’ya
yerleşenler için, onların kıblesi Güney ile Kuzey arasındadır ve [Kıblenin
belirlenmesindeki esneklik açısından] Medine yerlilerinin ve
diğerlerinin sahip olduğu kadar yer vardır.”

Görüleceği üzere hadis rivayetleri ve onlardan türetilen içtihatlar arasında farklılıklar olmakla birlikte genel görüntü kolaylaştırma yönündedir. İlk nesil Müslümanlar, nokta atışı kıble tespiti yapmanın zaten mümkün olmadığı o zamanlarda, esneklik sağlayan içtihatlarla hareket etmişler.  Adresini vermiş olduğum makalede  daha fazlası aktarılıyor ve detaylı araştırmak isteyenlerin oraya bakacağını umuyorum. Son olarak konu hakkında, Türkçe’ye çevrilmiş bir kaynaktan alıntı yapacağım. Kütub-u Sitte içinde yer alan Sünen-i Tirmizi’nin çevirisinde  şöyle yazıyor:

“Meşrik(doğu) ile Mağrib(batı) arası kıbledir.” hadisi peygamber (s.a.v) in ashabından müteaddit kişilerden rivayet edilmiştir. Ömer bin El-Hattab, Ali bin Ebî Talib ve ibn-ü Abbas bunlar arasındadır.

İbn-ü Ömer diyor ki : Mağribi sağına ve meşriki soluna alır da kıbleye karşı dönerse ikisinin arası kıbledir. 

Kaynak: Sünen-i Tirmizi Tercümesi, Yunus Emre Yayınları cilt 1 sayfa 245

Dikkat edilirse İbn-ü Ömer’in yorumu güneye yönelmeyi gerektirmektedir. Bazı alimlerin konu hakkındaki görüşlerine bakıldığında kıble hakkındaki hadisleri, Medine ve benzer durumdaki yerler için düşünmenin uygun olacağına kanaat getirmişlerdir.  Gerçekten Allah resulünün, bu sözleri Medine’de iken söylemiş olması akla yatkındır çünkü Mekke, Medine’nin  güneyindedir.  Ancak alimlerin farklı içtihatlar geliştirdikleri bir gerçektir. Prof. King’in de makalesinde belirttiği üzere  Endülüs’ten  Orta Asya’ya  uzanan geniş bir alanda doğrudan güneye bakacak şekilde inşa edilmiş camiler olması güney içtihadının  da İslam dünyası genelinde uygulayıcıları olmuş olduğunu gösteriyor. Tüm bu yorum farklarına rağmen Kâbe’yi gözüyle görecek kadar  yakın olan kişinin doğrudan Ka’be’ye yönelmesi gerektiği hususunda hiç bir görüş ayrılığı yoktur.

Geleneksel Kıble bulma Metodları

Bu kısımda sunacağım açıklamalar genel olarak Prof King’in şu makalesindendir: http://www.muslimheritage.com/article/from-petra-back-to-makka

Prof. King diyor ki:

“9. Yüzyıldan önce Müslümanlar, kıbleyi bulmak için sadece geleneği ve halk astronomisini(özellikle astronomik doğuş ve batışları- kullandılar. Bununla birlikte, ilk İslamî dini mimari, İslam öncesi dini yapıların temellerine uygun olarak düzenlenmiştir. Mekke’nin genel yönü, bulunulan mevkiden Arabistan’a doğru uzanan (Arabistan tarafına giden) yol olarak bazı durumlarda yeterli görülmüştür.”

Şimdi gelin bu paragrafı açalım:

Hac yolu: Prof King’in ifadesinden:

“……..Mekke’nin genel yönü, bulunulan mevkiden Arabistan’a doğru uzanan (Arabistan tarafına giden) yol olarak bazı durumlarda yeterli görülmüştür.”

Kabe’ye giden yolun kıble olarak kullanılması ilk defa duyanlar için şaşırtıcı olabilir ancak bu içtihadın hadis tarafından desteklendiği görülmektedir. Kaynak: https://www.islamic-awareness.org/history/islam/dome_of_the_rock/qibla



İmam Malik’in (vefat: 795),  Muvatta isimli hadis kitabında yazdığına  göre:  Nafi’ nin Ömer ibn al-Hattab’dan rivayet ettiğine göre: “Doğu ile Batı arasındaki herhangi bir yer”, birisi Beyt’e (Ka’be’ye) doğru ilerlediği sürece kıble olarak alınır “.

Orta Asya’da ki bir çok caminin doğrudan batı yönüne bakıyor olması bu içtihatla ilgilidir. Çünkü Kabe’ye varmak için önce batı yönünde uzun süre ilerlemeleri sonra güneye inmeleri gerekiyordu. Yine bununda somut örneklerini aşağıda göreceğiz.

Dönüştürülmüş Yapıların Temelleri: Yukarıda Kıble hakkındaki bazı hadisleri sunduğum kısımda, hadislerin büyük kolaylık sunduğunu görmüştük. Hatta bir hadiste deniyordu ki:

“Doğu ile batı arası kıbledir. “

Müslümanların en eski camilerinden bazıları dönüştürülmüş yapılardır. Fethedilen yerdeki bir kilise camiye çevrilirken eğer bu yapının bir duvarı yeterince kıble tarafına doğru bakıyor durumda ise kıble hakkındaki hadislerde büyük bir esneklik payı sundukları için doğal olarak Müslümanlar kolaylık yolunu tercih edip yapıyı o haliyle kullanmışlardır. Aksi halde zaten hassas kıble tayini yapmanın mümkün olmadığı bir dönemde az bir düzeltme niyetiyle yapıyı tümden yıkıp temelinden inşa etmek gerekecekti. Hadis-i şerifler büyük bir esneklik payı verdiğinden elbette doğal olarak bunu kullanmış oldular. Aşağıda örneklerini göreceksiniz.

Ana Yönlerin Kullanımı: Yukarıda hadisler bölümünde fark etmiş olabileceğiniz gibi Ahmed ibn Halid ‘in içtihadına göre Ana yönleri kullanmak yeterli olmaktadır. Çünkü “Doğu ile batı arası kıbledir. “ hadisini yorumlarken diyordu ki:

“Bu (söz), içerisinde Beyt bulunan Mekke haricindeki bütün memleketler için geçerlidir. ondan her kim saparsa , kıble’yi kaçırmıştır.”

“Bu hadis Medine sakinleri için geçerlidir ve her kim onlar gibi ise onun kıblesi Doğu ve Batı arasındadır”

“Mekke’nin doğusuna ya da Batı’ya yerleşenler için, onların kıblesi Güney ile Kuzey arasındadır

ve [Kıblenin belirlenmesindeki esneklik açısından] Medine yerlilerinin ve diğerlerinin sahip olduğu kadar yer vardır.”

Gerçektende Ana yönlere yöneltilmiş ilk yüzyıllara ait camiler olduğu görülmektedir.

Güney içtihadı : Buhara’dan Endülüs’e uzanan geniş bir alanda doğrudan güneye bakan camiler bulunmaktadır. Prof. King bununla ilgili diyor ki,


(Kaynak: World Maps For Finding The Direction and Distance to Mecca , Prof. David A. King, sayfa 78)

“Şafiiler Kıble için güneyi tercih ettiler. Bu, Peygamberin Medine’deyken Namaz kıldığı yön idi, (ki Medine) kabaca(yaklaşık olarak) Mekke’nin kuzeyindedir.”

Kanaatimce ana yönleri kullanmak için ileri sürülen argümanlar güney yönü içinde geçerlidir. Ancak Semerkant’ta veya Endülüs’te bile güney yönünün tercih edilmesi dikkat çekicidir. Semerkant’ın olduğu yer için batı yönü güney yönüne göre daha baskındır ve nitekim batıya bakan camiler de daha fazladır fakat yine de güney yönünü tercih eden gruplar olmuş olduğu görülmektedir. Endülüs’te ise doğu yönü güney yönüne baskın olmasına rağmen bir tane bile doğrudan doğu yönüne bakan cami bulamıyoruz. Doğrudan güney yönüne bakan bir kaç cami ise bu gün bile hala bulunmaktadır.

Usturlab hakkında yazılmış 12. yüzyıla ait bir Endülüs eserine göre, Kurtuba’da ki camiler için şu  yönler kullanılmıştır:

Kaynak: The enigmatic orientation of the Great Mosque of Córdoba explained, David A. King, sayfa 47

Günümüzde halen ayakta olan Endülüs camilerinin listesine ve yönlerine baktığımda tam doğu yönünü tercih etmiş hiç bir cami bulamıyorum ve 12. Yüzyılda yazılmış İbn Nattah’ın kaydettiği veriler dikkate alındığında o zamanlarda da  böyle bir şeyin olmadığı görülüyor. Yukarıdaki şema İbn Nattah’ın eserine göre hazırlanmıştır. Yani Endülüs yeterince batıda yer aldığı için doğrudan doğu yönüne bakan camiler olması beklenebilir ama geçmişten günümüze hiç olmamış gibi görünüyor.

Yani dikkat çekmek istediğim şey, ana yönleri kullanma içtihadı bir vakıa olmasıyla birlikte güney yönünü tercih etme isteği diğer ana yönlere göre daha baskın şekilde gözlenmektedir. Bunun bir sebebi olması gerektiğini düşünüyorum ve Prof. King'in sunduğu gerekçe makul görünüyor. Hz. Peygamberin Medine’de ki kıblesini taklit etme isteği bu yönelimi öne çıkarıyor olsa gerektir.

Halk astronomisi:

Doğular ve batılar, iki doğu ve iki batı

Kur’an da doğu ve batı kavramlarının kullanılış şekli ufuk açıcı niteliktedir.

Bakara 115 meali: https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/122/115-ayet-tefsiri

﴾115﴿

Doğu da Allah’ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın zâtı oradadır. Şüphesiz Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.

Bu ayette doğu ve batıyı tekil olarak kullanılmış buluyoruz.

Rahman suresi mealinden: https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Rahm%C3%A2n-suresi/4918/17-18-ayet-tefsiri

﴾17﴿

O, iki doğunun da rabbi iki batının da rabbidir.

﴾18﴿

Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?

Burada ise iki doğudan ve iki batıdan bahsediliyor.

Me’ric suresi mealinden: https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Me%C3%A2ric-suresi/5415/40-41-ayet-tefsiri

﴾40-41﴿

Doğuların ve batıların rabbine yemin ederim ki, onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter, kimse bizim önümüze geçemez.

Arapçada bir şeyden iki adet olduğu zaman kullanılan kalıp ile 3 ya da daha fazla adet olduğu zaman kullanılan kalıp farklıdır. Yani “doğular ve batılar” dendiği zaman bunu bir önceki iki doğu ve iki batıya indirgeyemeyiz diye düşünüyorum. Peki tüm bunların açıklaması nedir? Tefsir alimi değilim ve haddimi de aşmak istemiyorum. Sadece ayetlerle ilgili olabilecek bazı bilgileri aşağıda paylaşıyorum:

Yıl içerisinde Güneş, ufuk çizgisi üzerinde farklı noktalardan doğmakta ve farklı noktalardan batmaktadır. Gerçekte Güneş yılın sadece iki günü gerçek doğudan doğar ve gerçek batıdan batar.(bu tarihlere Ekinoks deniyor.) Irak coğrafyası için konuşursak, yıl içerisinde Güneşin en kuzeyden doğduğu gün 21 haziran tarihidir ve yaklaşık olarak 30 derece gerçek doğunun kuzeyinden doğup gök yüzünde uzun bir yol kat ettikten sonra yaklaşık olarak 30 derece gerçek batının kuzeyinden batar. Diğer gün dönümü tarihi olan 21 aralıkta ise Güneş gerçek doğunun 30 derece güneyinden doğup gök yüzünde en kısa eğrisini çizip gerçek batının 30 derece güneyinden batar. Diğer tarihlerde güneşin doğuş ve batış yerleri bu iki sınır arasında gerçekleşmektedir. Bunun anlamı Güneşin ufuk çizgisi üzerindeki doğuş yeri yıl içerisinde yaklaşık 60 derecelik bir gidip gelme hareketi yapmaktadır. Tabi batış yeri de öyle.


Ufuk fenomenleri hakkında daha fazla bilgi edinmek için linkini verdiğim videoyu izleyebilirsiniz : https://www.youtube.com/watch?v=kf-tFaEFVxU&ab_channel=ANT%C4%B0KZAMANLAR-EnginZengin-

( videoda ismi verilen simülasyon önceleri doğrudan internette veriliyor idi. Şimdi ise “ClassAction” isimli bir programın parçası olarak veriliyor. İndirmek isteyeceklerin bilgisine…)

Dikkat çektiğimiz ayetler Sahabelerin de dikkatini çekmiş olmalıdır diye düşünüyorum. Konunun temellerini hatırlattığımıza göre halk astronomisinin nasıl çalıştığını açıklamaya girişelim.

Öncelikle Prof. King’in tarifini verip sonrasında bir örnek üzerinde açıklamaya çalışacağız. Prof. King’in tarifi:

“Kıble’nin Mekke’ye doğru değil, Kabe’ye doğru olduğunu unutmamalıyız. Kabe’nin dikdörtgen tabanı, astronomik olarak hizalıdır; ana ekseni, Canopus yıldızının doğuş yönüne doğrudur ve onun küçük ekseni de , yaz gün doğumu ile kış gün batımına doğru uzanmaktadır. Ticari aritmetiğin ötesinde ciddi coğrafi kavramlar ya da matematik bilimi olmayan bir toplumda, bir kişi yüz yüze gelebilmek için uzaktaki bir yapıyı nasıl bulabilir? Cevap astronomik hizalanmalardır, ki onların en belirgin olanı  kardinal yönlerdir(ana yönlerdir), sonra  kış ve yaz  gün dönümlerindeki  Güneş’in doğuşu ve batışıdır, dahası bunların yanında seçilmiş bazı yıldızların doğuş ve batışları da (kullanılır)

(Yukarıdaki şekil) Kabe’nin dikdörtgen tabanının astronomik hizalanmaları ve İslam öncesi astronomik folklordaki rüzgârlarla ilişkisi (hakkındadır). Halk astronomisi ile ilgili olan  bu bilgi ilk olarak 1970’lerde  Ortaçağ Yemen metinlerinde yeniden keşfedildi.

Dünyayı, astronomik olarak hizalanmış olan Kabe ile ilgili olarak gören Müslümanların çabaları, kutsal halk coğrafyasının renkli bir geleneği ile sonuçlandı. Kabe’nin etrafındaki dünyanın bölgeleri/dilimleri, Kabe’nin çevresinin  bölümleri ile ilişkilendirildi ve kıbleler astronomik ufuk fenomenleri bağlamında tanımlandı.”

Prof. King’in bahsetmiş olduğu, İtalya’nın Milan şehrindeki   “Biblioteca Ambrosiana” isimli tarihi kütüphanede bulunan Ortaçağ Yemenî metnine ait bir görsel:



Kaynak makale: https://www.academia.edu/34682288/051_HAWKINS_and_KING_1982_On_the_astronomical_orientation_of_the_Kaba_pdf

Bu Ortaçağ’dan kalma Yemenî metin, Muhammad ibn Abi Bakr al-Farisi (c. 1290) tarafından yazılmış olup, açıklamasında da görebileceğiniz gibi, Ka’be’nin astronomik duruşu hakkındaki  düşünceyi anlatmaktadır. Kabenin dört duvarının dört rüzgarla olan ilişkisi de anlatılmıştır. Sonrasında Dünyanın 12 bölgesinin Kabe’ye göre konumu ve kıblelerinin astronomik olarak tespiti hakkında bilgi verilmiştir.

Metnin birinci bölümünde anlatılanlar Hawkins ve King’in makalesinde aşağıdaki şemaya dönüştürülmüştür:



Gözlemciye göre, Kış güneşi 21 aralık tarihinde Kabe’yi ortalayarak batmaktadır. Daha doğrusu Kabe’nin doğu-batı ekseni yaz güneşinin doğuş yönü ve kış güneşinin batış yönü ile uyumludur. Kuzey-güney ekseni ise Canopus yıldızının ufuktaki doğuş noktasına bakan yön ile uyumludur.

Metnin ikinci bölümünde anlatılanlarda aşağıdaki şemayla ifade edilmiştir:




Kaynak: G. S. Hawkins & D. A. King, “On The Orientation Of The Kʿabah”, Journal For The History Of Astronomy, 1982, Volume 13

Bu düşünceler büyük ölçüde doğrudur. Prof. King ve Hawkins’in ortak çalışması ile hazırlanan kitaba göre bu günün modern ölçümleriyle durum şöyledir:

Kaynak: G. S. Hawkins & D. A. King, “On The Orientation Of The Kʿabah”, Journal For The History Of Astronomyop. cit., p. 107

Tekniğin mantığını hayali bir örnek ile kendimce anlatmaya çalışacağım:

Hadi gelin kendimizi orta çağda, 7. Yüzyılda,  Irak’ta yaşıyor kabul edelim.  O günün bilgi birikimiyle kıblemizi tayin etmeye çalışacağız.
Hacc’a veya umreye  gittiğimiz vakit yaşadığımız memleket olarak kabul ettiğimiz Irak’ı Kabe'yle ilişkilendirmeye çalışırız. Memleketimizin Kabe’nin dört duvarından Kuzey Doğu duvarına hitap ettiğini düşünebiliriz. Kabe’den uzaklaştıkça bu yönü nasıl koruyacağımızı kendimize sorup düşünürüz. Kabeyi dikkatle gözlemlediğimizde kış güneşinin Ka’be duvarını ortalayarak battığını görürüz. Şu halde Kabe’den uzaklaşırken güneşin batış yönünü kullanarak onun Kuzey doğu duvarına doğru yönelmeye devam edebiliriz. Çizgisel olarak denk gelmese bile yinede matematik ve coğrafyada geri kalmış bir kabileden geldiğimiz için en hassas yönelimi bununla yapacağımızı düşünürüz.

Tabi bu noktada bir soru akla gelecektir. Bu yöntemin hassas şekilde çalışabilmesi için yaşadığımızı kabul ettiğimiz Irak’ın gerçektende Kabe duvarının hizasında biryerlerde olması gerekir. İşte tam bu noktada daha önce vermiş olduğumuz bir şemayı yeniden hatırlamak faydalı olacaktır. Bilgiyi aynen tekrarlıyorum:

“İnternational Union Academies” himayesinde çok sayıda Oryantalistin ortak çabası ile hazırlanan “The Encyclopaedia of Islam”  isimli eserin 6. cildinin 193. sayfasında  aşağıdaki şema ve bilgiler  verilmiştir. Eseri indirmek için buraya tıklayabilirsiniz.

 ibn Khurradadhbih’in eseri olan Kitab al-Masalik'te yer alan bir şemayı kendi alfabeleriyle yeniden yazarak çizmişler.  Şema 9. yüzyıla ait. Şimdi düşünelim lütfen,  9. yüzyıldaki bir âlim kıble hakkında bilgiler verirken yukarıdaki gibi bir kaba coğrafi tasavvur kullanıyorsa acaba 7. ve 8. yüzyıldaki insanlardan ne kadar farklı ve bilimsel bir yaklaşım beklenebilir. Pek hala 7. yüzyıldaki bir Müslümanda yukarıdakine benzer bir kaba coğrafi tasavvura sahip olabilir. Yukarıdaki şemada Irak’ın Kabe’nin bir duvarına baktığı ima edilmiş gibi duruyor. Eğer kendi bulunduğunuz yeri bu şekilde düşünüyorsanız ve kış gündönümünde Güneş’in Kabe’nin duvarını ortalayarak battığını görmüşseniz bu durumda cami  yaparken kullanacağız metot, muhtemelen 21 aralığı bekleyip o tarihte kıble tespiti yaparak Camiyi inşa etmek olacaktır.

Bakınız ırak ortalarından geçen 32 derece enlemi için 21 aralık tarhihinde kış güneşinin batışı ve doğuşu:


Meseleyi daha da anlaşılır kılmak için bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum:

1. Merkezinde Kabe binasının olduğu düz ve yuvarlak bir Dünya tasavvuruna sahip olduğunuzu hayal edin. Önceki bölümde bu düşüncenin nasıl oluştuğuna dair açıklama yapmıştık.

2. Kabe binasının dikdörtgensel tabanının Güneş'le ve güneyin en parlak yıldızı olan Canopus ile hizalı olduğunu gözlemliyorsunuz. Evreninin yaratıcısının her şeyi birbiriyle ilişkili kıldığı düşüncesine sahipsiniz. Güneş’in gün dönümü tarihinde Kabe’nin bir duvarını ortalayarak battığını görüyorsunuz. Yani Dünya’nın merkezindeki binayı ortalayarak batmış oluyor.

3. Yaşadığınız Irak coğrafyasını, yaklaşık olarak Kabe’nin bir duvarının hizasında olacak şekilde  düşünüyor olabilirsiniz.

4. Ayetlerin Doğu ve batı kavramlarından bahsediş şekilleri hiç astronomi bilmeseniz dahi konuya yönelmenize sebep olabilir.

5. Kıble için Mekke’ye değil Kabe binasına yönelmeye çalışmış oldukları anlaşılıyor. Daha doğrusu Ka’be’nin duvarlarından kendi memleketlerine hitap eden duvara yönelmeye çalışmışlar gibi görünüyor. Yahut en azından kullandıkları tekniğin o duvarı dikkate aldığını anlıyoruz. Prof. King’in bir makalesinde aşağıdaki şema ve açıklama verilmiştir:


9. Yüzyılda yaşamış Kurtubalı (Endülüslü) şeriat alimi Ebu Ubeyde el-Leyti, “Sahib-ül Kıble” olarak bilinirdi, Ka’be’nin Kuzey Batı duvarının orta yerinin önünde durunca dede ki: “(İşte) bu kıblesidir.(Endülüs’ün)”

Kaynak: “The enigmatic orientation of the Great Mosque of Córdoba, David A. King, sayfa 80”

O zamanların “sahib-ül kıble” (kıble konusunda uzman) olarak bilinen alimlerinin Kabe duvarlarını dikkate aldıklarına bir delildir bu. Nitekim Kurtuba’daki 784 ‘te inşa edilmiş olan Büyük Camii yukarıdaki şemada gösterildiği gibi bir kıble yönelimine sahiptir.

Kişisel kanaatim şudur: Her bir ülkenin kendi konumuna uygun düşen duvara göre kıble belirlemesi düşünülmüştür. 4 ana yönü kullanmak yerine Ka’be’nin dört duvarına göre 4 yön belirleniyor. Mesela 21 aralık tarihinde kış güneşi Ka’be binasının Irak tarafındaki duvarını ortalayarak battığı için Irak coğrafyasında kış güneşinin batış yönü kıble haline getiriliyor. Yani “Kabe binasının doğusundayız öyleyse yüzümüzü batıya dönelim” ya da Ka’be’nin kuzeyindeyiz öyleyse güneye dönelim” demek yerine dört duvara göre tanımlanmış yıldız yönlerini tercih etmişler.

Kıble metodu arayan alimlerin Ka’be duvarlarından ve bu duvarların bölümleri üzerinde batan yada yükselen gök cisimleri üzerinden hareket ettiklerinin bir diğer delili de günümüze kalmış kıble şemalarıdır. Bunların bilinen en eskisi ibn Khurradadbih’in yukarıda sunduğumuz şeması olup yeryüzünü, Ka’be duvarlarına göre dört bölüme ayırıp ülkelerin genel olarak bu duvarlardan birine muhatap olduğunu ima ediyor gibi çizilmişti. Gerçi İbn Khurradahbih’in şeması üzerinden net konuşmak zor. Sadece zihninde ki kaba coğrafi tasavvuru resmetmişte olabilir.

Öyle sanıyorum ki, zamanla Kabe’nin etrafı daha çok parçaya bölündü. Sekiz sektörlü şemalar ortaya çıktı ve temel mantığı yansıtmaya devam ettiler.


Kaynak:https://www.academia.edu/34695176/122_KING_and_LORCH_1992_Qibla_charts_qibla_maps_and_related_instruments_History_of_Cartography_pdf) (sayfa 7)

Şemanın açıklamasında deniyor ki, dış bölmelerdeki açıklamalar, o bölgede hangi yıldızın referans alınarak kıblenin bulunacağını anlatıyor. Yıldızların ufuktaki doğuş ve batış noktaları kullanılıyor.

Sekiz sektörden hiçbirinin Kabe duvarının köşelerine denk gelecek şekilde çizilmediğine dikkat edin. Köşelerin ana yönleri işaret ediyor olarak düşünülmüş olmasına da dikkat edin. Sekiz ülke ikişer olarak dört duvara bakıyor ve her ülkenin baktığı yön Kabe’nin bir duvarının orta noktasıdır. Dört dilimden her biri ikiye bölünerek çizilmiş gibi görünüyor. Öyle sanıyorum ki, bu metodu kullanan alimler hedef ülkenin, Kabe duvarlarına göre, hangi duvarın hangi yarısı tarafında kaldığını kestirebiliyorlardı. Sekiz yönün her biri için Kabe binası üzerinde inceleme yapıp o yönde doğan yada batan belirgin bir gök cismi belirleniyordu. Bu sekiz astronomik yön, sekize bölünmüş dünyada kullanılacak sekiz kıble yönü haline geliyordu.

Elbette sekiz sektörle sınırlı kalmadılar.



 12 sektörlü bu haritalar 13. Yüzyılda yaşamış olan Muhammed bin ebu Bekr el Farisi’ye aittir. Her sektör astronomik yönlerle (belli gök cisimlerinin doğuş yada batış yönleriyle) ilişkilendirilmiştir.

Kaynak: https://www.academia.edu/34695176/122_KING_and_LORCH_1992_Qibla_charts_qibla_maps_and_related_instruments_History_of_Cartography_pdf) sayfa 8

Aşağıdaki şema ise 16. Yüzyıldan geliyor.

Kaynak: David A. King,The Culmination of Islamic Sacred Geography, sayfa 5

Açıklamasında prof. King şöyle yazmış: “Tunus’taki Sfax’lı on altıncı yüzyıl haritacısı Ahmed al-Sharafi’ye atfedilebilen, kutsal coğrafyanın bilinen en muhteşem şeması.”

4 duvarın 4 temel sektörüne dikkat çekercesine çizilmiş olması gözden kaçırılmaması gereken bir şeydir diye düşünüyorum. Her temel sektörü de kendi içinde bölümlere ayırıyor olmasına rağmen her bir ülkenin dört duvardan birisine muhatap olduğu anlayışı yansıtılacak şekilde çizilmiş.

Nihayetinde Irak’ı fetheden ilk Müslüman neslinin yukarıdaki düşünce ve kabuller eşliğinde, 21 Aralık gün batımına yönelmeleri anlaşılır bir şey olmaktadır. Irak, gerçekten de Kabe duvarının hizasında sanılıyor olabileceği gibi yukarıda tarif etmeye çalıştığımız üzere Kabe’nin duvarlarından yola çıkan bir metodun yeterli görülmesine dayalı bir anlayıştan ötürü de 21 aralık gün batımı yönü tercih edilmiş olabilir.

Prof. King, mümkün olduğunca yorum katmadan gözlemlenen durumu sunmaya çalışırken ben kendi kişisel kanaatlerimi de sunma ihtiyacı hissettim. Kişisel yorumlarımda yanılıyor olabilirim ancak prof. King’in bahsettiği hususlar belgelere dayanmaktadır. Yukarıda verdiğimiz bilgiyi tekrar edelim:

İtalyanın Milan şehrindeki   “Biblioteca Ambrosiana” isimli tarihi kütüphanesinde bulunan bir ortaçağ yemeni metninde Muhammad ibn Abi Bakr al-Farisi (c. 1290), Ka’be’nin astronomik duruşunu tarif edip kıble bulma metodunu bunun üzerinden temellendirerek anlatıyor. Ardından 12 farklı bölgenin kıblesini yıldız yönleri üzerinden ifade ediyor.




Kaynak: G. S. Hawkins & D. A. King, “On The Orientation Of The Kʿabah”, Journal For The History Of Astronomy, 1982, Volume 13, pp.

Dahası Prof. King şöyle yazıyor :

“……O zamanlar, Gerald Hawkins ile Kabe’nin astronomik oryantasyonu üzerine çalışıyordum. Bir Ortaçağ Yemenî metninde halk astronomisi üzerine bilgiler bulmuştum ve Gerald’ın uydu görüntülerine erişimi vardı ve bu da yapının dikdörtgen tabanının yönelimlerini bulmasını sağladı ve çevredeki tepelerin ve dağların yerel ufukta ki yüksekliğini ortaya çıkardı.Onun verileri, benim kaynağımdaki bilgileri doğruladı. Ya da, başka bir deyişle, ortaçağ dönemindeki bazı Müslüman alimler, bizim yeni keşfettiklerimizi zaten biliyordu. (Yani Ka’be’nin astronomik duruşunu zaten biliyorlardı.) Temel olarak, ana eksen güney gökyüzünde ki en parlak yıldız olan Canopus’un doğuşuyla hizalıdır ve Ursa Minor’un batışı ile de hizalıdır. Küçük eksen ise yaz güneşinin doğumu ve kış gün batımı ile aynı hizadadır.

Ayrıca bunların öncesinde 30 adet Ortaçağ el yazması tespit etmiştim. Türkçe , Farsça, Arapça dillerinde olan bu el yazmalarında islami kutsal coğrafyayı gösteren 20 farklı şema vardı. (Bu şemalarda) Kabe Dünya’nın merkezinde idi. Dünya’yı merkezle ilişkilendirilmiş dilimlere ayırıyorlardı. Her bir dilim Kabe binasının çevresinin bir parçası(segment) ile ilişkilendiriliyordu.

Her bir dilimin kıblesi astronomik doğuş ve batışların terimleri ile tanımlanıyordu. Belli bölgeler için bu tür bilgiler, bazı kaynaklarda İbn-Abbâs ve el-Hasan el Basrî gibi 7. yüzyıl yetkililerine atfedilmektedir. Söylemeye gerek yok, bu planlar Petra değil Mekke’de ki Kabe’ye odaklanıyor.”

Prof. King’in belirttiğine göre orta çağa ait Mısır da bulunan el yazmaları kış güneşinin doğuş yönünü “Sahabe’nin Kıblesi” olarak anlatmaktadır.


Dikkat edilirse Kahire’nin enlemine uygun olarak ayarlama yapılmıştır.  Kış güneşinin doğuş  istikametine yönelen birisinin Petra’yı değil Mekke’yi hedeflemiş olacağı açıktır.  Tam bu noktada ibn Khurradadhbih’in eseri olan Kitab al-Masalik’te yer alan şemayı yeniden hatırlayalım.

Irak’ta Kış güneşinin batışına yönelmenin mantığı ne ise Mısır’da Kış güneşinin doğuşuna yönelmenin mantığıda aynıdır. Mısır için sapma değeri daha küçük olup yaklaşık Medine civarında bir yere denk gelirken Irak için aynı metot kullanıldığı zaman Tebük civarında bir yere denk gelmektedir. Niyetin her halikarda Mekke’deki Kabe’ye yönelmek olduğu aşikardır. Aşağıdaki Belge Orta çağ Mısırına aittir:

Kaynak: https://www.academia.edu/44157020/KING_1999_World_maps_for_finding_the_direction_and_distance_to_Mecca

İlgili makalede Prof. King şu bilgileri paylaşmış:

Dikkat edilirse Ka’be’yi temsil eden yapının kenarlarında yön isimleri yazılmıştır. Güney yönünün yukarı getirildiğine ve dolayısıyla yönlerin alışageldiğimizin tersine olduğuna dikkat edin. Okuyucuya kolaylık sağlaması için Paint’te tersine çeviriyorum:

Arap harfleriyle Mısır yazılmış olan yere dikkatle bakın. Mısır, Kabe’nin bir duvarının tam karşısında olacak biçimde gösterilmemiş ancak verilen açıya dikkat edin. Geogebra programına aktarıp açıyı ölçtüğüm zaman:

Ufak bir sapma değeriyle gün dönümü yönüne işaret ediyor gibi görünüyor. 30 derece enlemi Mısırdan geçer ve bu enlem için kış güneşinin doğuş yönü yaklaşık 27 derecedir. Yukarıda 4 sektörden 8 sektöre geçiş hakkındaki düşüncemi ifade etmiştim. Sekiz sektörlü haritada olduğu gibi Kabe’nin ilgili duvarının orta noktasına bakan bir durumu çağrıştırıyor.

Ayrıca prof. King’in Hawkins’le ortak makalesinde göstermiş oldukları şemayı hatırlayalım. Hassas şekilde günümüz imkanlarıyla Kabe’nin astronomik duruşunu ortaya koymuşlardı:

Kaynak: G. S. Hawkins & D. A. King, “On The Orientation Of The Kʿabah”, Journal For The History Of Astronomyop. cit., p. 107

Lütfen kış güneşinin doğuş yönünü gösteren mavi oka dikkat edin. Aşağıda ki yaptığım kıyaslama size de mantıklı gelecektir sanıyorum:


Sanki birileri Ka’be üzerinde daha dikkatli gözlem yapmış ve kış güneşinin Ka’be duvarını ortalamayıp biraz daha açılı şekilde olduğunu tespit etmiş. Yani şemayı hazırlayan kişi yine Güneşi kullanmayı benimsemiş ancak Kabe’nin astronomik duruşunu daha iyi gözlemlemişler diye düşünüyorum. Kabe’nin etrafını sekiz sektöre ayıran bir kişi Mısır için belirgin bir yıldız yönü tespit etmeye çalışacaktır. Güneş’in tamda bu sekizde birlik dilime düştüğünü fark eden bir gözlemci daha belirgin bir yıldız aramayacaktır. Diğer taraftan Kabe’nin yaklaşık olarak karşısında duran bir yer var. Kabe Beytül Makdis’e doğru bakar şekilde çizilmiş. Yani Bu çizimin sahibine göre İlk kıblemiz olan Mescidi Aksa yaklaşık olarak Kabe’nin baktığı yönde duruyor. Aynı belgenin daha net bir görüntüsü Prof. King’in başka bir makalesinde sunulmuş: https://www.academia.edu/49481046/The_Culmination_of_Islamic_Sacred_Geography_I_The_World_about_the_Kaaba_Folk_Astronomy_and_II_The_World_about_Mecca_Mathematical_Geography_


Rivayete göre hz. Peygamber daha Mekke döneminde iken yani o sırada kıblemiz Mescid-i Aksa iken, namaz kılmak için kendisini öyle bir ayarlıyordu ki hem Kabe’yi hem de Mescid-i Aksa‘yı karşısına alıyordu. Rivayet ne derece doğrudur bilmiyorum ancak bu çizimi hazırlayan alimin içtihadını etkilemiş olabilir diye düşünüyorum. Bahsettiğim hadis rivayeti :

kaynak makale : https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/188619#:~:text=Peygamber’in%20k%C4%B1blesi%2C%20namaz%20farz,tekrar%20k%C4%B1ble%20olarak%20tayin%20edildi

Eldeki sınırlı materyal üzerinden değerlendirme yaparken bile görülüyor ki, aynı geleneksel metodu kullanan kimseler arasında da kanaat farklılıkları olmuştur. Açıktır ki o dönemde yaşayan ve kıble konusunu değerlendiren alimlerden bazılarının coğrafi tasavvuru yukarıdaki gibidir. Demek ki yunan metinleri tercüme edilipte coğrafi bilgiler Müslümanlara geçemeden önce bir takım kaba coğrafi tasavvurlar kıble belirleme için kullanılmıştır. 9. Yüzyıldan itibaren matematiksel prosedürler ve coğrafi koordinat belirleme çalışmaları yapılmış olsa da herkesin benimseyip kullanmadığı açıktır. Dahası zaten matematiksel prosedürler dahi Kabe’den uzaklaştıkça ciddi hata payları vermektedirler. Yani hangi metot kullanılmış olursa olsun, her bir cami için ancak yaklaşık doğrulukta sonuçların beklenmesi gereken zamanlardan bahsediyoruz.

Ve Arkeolojik Bir Kanıt

Daha önce söylendiği gibi, Camilerin yüzyıllar boyunca defalarca restorasyon geçirmesi , deprem, yangın , işgaller ve aşırı eskime gibi sebeplerle kimi zaman yıkılıp sıfırdan inşa edilmesi doğal bir şeydir. Bu sebeple bir caminin en eski kıble yönelimini tespit için arkeolojik kazı gereklidir. Bir çok cami için böyle bir kazı yapılmamıştır ancak Irak coğrafyasından konumuzu ilgilendirecek derecede eski olan bir caminin kazısı yapılmış olup bu caminin arkeolojik verisine sahibiz.

Iraklı arkeolog F. Safar tarafından (hazırlanan) Wâsit’teki ilk iki caminin model planı.

Aşağıda detaylarını okuyacağınız bu arkeolojik çalışmaya göre Wasit’te ki ilk Cami 706 yılında yapılmış olup 245 dereceye bakmaktadır. Okuyucunun Kuzey yönünü 0 derece kabul edip saat yönünde 245 derece şeklinde düşünmesi gerekiyor. Başka bir değişle Batı yönünün 25 derece güneyine bakıyor. Kış gün batımı yönünden yaklaşık 2 derece sapması var. Camiyi yapanların hassas açı ölçüleri ve hesapları yapan kimseler olmayıp ufuktaki güneşe bakarak inşa ederken bu miktarda hata payı karışması oldukça doğal diye düşünüyorum. Caminin 706 yılından gelmesi özellikle önemlidir. Gibson’ın Petra ile Mekke arasına bakıyor demesi saçmalıktan ibarettir. Çünkü bu tarihte Abbasi-Emevi çatışmaları diye bir şey yoktur. Çatışmalardan yaklaşık 36 yıl önceki bir tarihten bahsediyoruz. Yani Emeviler açıkça kış gün dönümündeki batış yönünü kullanmışlardır. Şu halde,  Ka’be ‘nin duvarlarından yola çıkan “halk astronomisi” olarak nitelediğimiz içtihadın 706 yılında Emeviler tarafından da uygulandığı ve Mekke’de ki Ka’be ‘ye yönelmeye çalıştıkları görülmektedir.

9. yüzyıldan önce belki de en çok kullanılan içtihat bu halk astronomisi tekniği olmuştur. Bir çok eski cami gerçekten de bahsini ettiğimiz astronomik yönlere doğru yöneltilmişlerdir. Yani belgeler üzerinden tespit ettiğimiz bu içtihadın çok sayıda cami üzerinde uygulamaya geçirilmiş olduğu görülmektedir. Bir sonraki bölümde bu camilerden bazılarına değineceğiz. İlginçtir ki bilimsel usuller geliştikten sonra da bu metot yüzlerce yıl boyunca kullanılmaya devam edilmiştir.

Bir sonraki bölümde Somut örnekler eşliğinde eski camilerin kıble yönelimlerini inceleyeceğiz. Aslında bay Gibson’ın örnek olarak sunduğu camileri bölge bölge ele alıp her bir cami grubu için Prof. King ‘in açıklamasının ne olduğunu sunacağız.

IV. Bölüm:  Somut  Örnekler (Camiler) 

Bu bölümdeki Prof King’e ait sözlerle kendi sözlerimi ayırt etmek için kendi yorumlarımı turkuaz rengi arka plan ile sunacağım. Prof. King Diyor ki:

Sayılar çoğunlukla Gibson tarafından yanlış yorumlandı
(Numbers galore, mainly misinterpreted by Gibson)

Gibson’ın Petra’ya bakacak şekilde inşa edildiğini düşündüğü camilerden hiçbirisinin Petra ile bir işi olmadığı gibi (Bazı camiler için) Petra ile Mekke arasına bakıyor düşüncesi de boşunadır.

Onun araştırdığı tüm camiler için (ayrı ayrı) gösterim yapmayacağım fakat aşağıdaki örnekler onun yorumlarının hatalı olduğunu göstermeye kafi gelecektir. Dahası ortaçağ camilerinin yönleri ile modern yönleri kıyaslayarak hataları belirleme fikrinin tümüyle kusurlu olduğu görülecektir. Özellikle, sayılarla arası iyi olmayan okuyucular bile fark edecektir ki,   Gibson, Petra’nın olduğu istikametle ilişkili belirli camiler  “keşfetmiştir” fakat biz biliyoruz ki  bu camiler islam öncesi yapılara uygun olarak düzenlendiler. (Şam, Kudüs, Kurtuba). Kaçınılmaz olarak farklı yönlere doğru yeniden inşa edilen camileri incelerken problem çıkacaktır.

“Gibson’s section on how he derived the orientations is risible. Nevertheless, I shall risk using his orientations, assuming that they are more or less accurate, which is not always the case (see Tunis below).”

“Gibson’ın yönelimleri nasıl elde ettiğiyle ilgili bölüm oldukça risklidir. Yinede ben risk alarak onun yönelim değerlerini kullanacağım. O değerlerin az – çok doğru olduğunu umacağım. istisnalar olacak (Bakınız aşağıda Tunus)”

onun analizinde, amaca uygun şekilde sürekli olarak Kardinal yönler ve gündönümlerine göre düzenlenmiş yön tayinleri ve islam öncesi temeller görmezden geliniyor.
Şimdi camilerin modern yön değerlerini Mekke ve Petra ile kıyaslamak benim amacımla örtüşüyor. Gerçi bunun tarihsel bir araştırmayla alakası yoktur ama Gibson’ın cami yönleri ile ilgili yorumlarına karşı (kullanmak) gerekiyor.

Aşağıda Gibson’ın bulgularına genel bir bakış yapılacaktır. Aşağıdaki açısal değerler şöyle düşünülmelidir: 0° Tam kuzey , 90° doğu, 180° güney ve 270° batı olarak düşünülmelidir.
(Prof. king başlamadan önce uyarıyor)
“The reader should keep in mind that I have not measured a single mosque myself.”

Okuyucu şunu aklında tutmalıdır :    (aşağıda sunulan) tek bir camiyi bile kendim ölçmedim. 

Çin



(Çin de) Guanzhou ‘da ki câmi ile başlıyoruz. Gibson bu caminin 627! yılında inşa edildiğini iddia etmesine rağmen bu günkü yapı görünüşe bakılırsa 15. yüzyıldan daha erken olamaz. Güya bu yapının baktığı yön Petra’dan 3° , Mekke’den ise 7° sapıyormuş. Gibson bu yapının kasten Petra’ya yöneltildiğini iddia ediyor.

Biri çıkıp onun (caminin) Petra’dan gelen gayretli Müslümanlar tarafından inşa edildiğini iddia edebilir, onlar ki gemileri yoktu ve (bu durumda) Çin’e uçan halıyla gelmiş olmalılar. Fakat nerede olduklarını nasıl biliyorlardı? Petra neredeydi? Yer kürenin büyük dairelerini gerçekten biliyorlar mıydı? Aslında, bu caminin erken tarihi (627), güvenilirliği olmayan bir efsaneden kaynaklanmaktadır. Petra’nın zaferini kanıtlamak için Gibson bilim tarihi üzerinde bazı çarpıtmalar/ yanlış bilgiler üretmek zorunda. Bir sonraki bölümde göreceğiz.

Prof. King’in uçan halı eleştirisine katılmıyoruz. Doğu ile batı arasında süregelen ticari ilişkiler göz ardı edilmemelidir. Uzun yol kervanları kullanılabileceği gibi deniz aşırı ticaret yapan gemilerden birine, tebliğ yapacak Sahabinin/Sahabilerin binmesi mümkündür. Burada bir imkansızdan bahsetmiyoruz ancak 627 tarihi bize göre de biraz tuhaftır. Hz. Peygamber 622’de Medine ye hicret etmiş olduğuna göre henüz tam oturmuş bir İslam devleti ortada yokken, Mekke fethedilmemişken ve büyük olasılıkla henüz Bizans ile Sasanilere elçiler gönderilmeyip İslam’a davet edilmemişlerken, birilerinin Çin’e gönderilmesi biraz garip geliyor. Bunula birlikte Ankara Üniversitesi’nin bir makalesine göre 7. Yüzyılın ortalarında İslamiyet Çin’e giriş yapıyor.

Bknz: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/229333

Şu halde 627 yılında değil de muhtemelen 4 halife devrinde İslamiyet Çin’e girmiştir. Yani Çin’e giren ilk Müslümanlar muhtemelen Sahabe zümresindendirler. İlk cami de pekhala 700 lerden önce inşa edilmiş olabilir. Ancak 627 imkansız olmamakla birlikte biraz fazla erken gibi görünüyor.

Başka bir camiye geçmeden önce Çin’deki Guanzhou bölgesi ile Mekke ve Petra’nın  konumlarına kısa bir göz atmanızı tavsiye ederim.)



MISIR
Fustat’taki ‘Amr bin As Camii ilk olarak 642’de yapılmıştır. Gibson onun hakkında yön,doğrultu bilgisi vermiyor ama Petra’ya baktığını iddia ediyor. Bu (iddia) ortaçağ kaynaklarının söyledikleriyle çelişir. Kaynaklara göre, “Sahabenin Kıblesi” (Peygamberin arkadaşlarının kıblesi) kış güneşinin doğumuna bakıyordu.


Kırmızı renkle gösterilen yön Mekke yönüdür. Mavi ile gösterilen yön Petra yönüdür.  Yukarıdaki resmi Geogebra programına aktarıp caminin baktığı yönü ölçtüğümde Güney-Doğu yönünden sadece 1 derece saptığını görmüş oldum. Eğer cami ilk inşa edildiğinde tam bu yöne bakıyorsa bunda yadırganacak bir şey yok ve elbette Ka’be’nin Mekke’de olduğunu gösteriyor. Ancak caminin ilk yapıldığında tam olarak hangi yöne baktığını bilmek için arkeolojik kazı gerekecektir. Orta çağ belgelerinde Sahabe kıblesinin kış güneşinin doğuşu yönünde olduğu söylendiğinden arkeolojik kazıdan bu yönde sonuç çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. Gibson ise neye dayanarak bunun Petra’ya baktığını söylüyor ve niçin sayı vermiyor bilmiyorum….

Gibson bunlardan bahsetmese de, 10. yüzyılın sonlarında El-Ezher ve el-Hâkim Camileri, Halife el-Hâkim’in astronomu olan İbn Yûnus tarafından hesaplanan kıble-yönü, yani 127 ° olarak inşa edilmiştir. 876 yılında kurulan Ibn Tûlûn Camii için Gibson, cami ekseninin 145 dereceye baktığını (Kuzey sıfır kabul edilerek saat yönünde) , Petra’nın 84 ° de ve Mekke’nin 136 ° de bulunduğu bilgisini verir. Bunun bir Mekke yönelimi olduğunu söyler ve zaten öyledir. Fakat bu Mısır’daki ilk kıble olan kış güneşinin doğumundan (117°)den farklıdır. Ve daha sonradan hesaplanan matematiksel kıbleden de ( 127 ° den de) farklıdır. Aslında bir efsaneye göre İbn Tulun Camii’nin yönelimi Medine de ki Peygamber’in camiinden esinlenerek ayarlanmıştır ve bir diğer iddiaya göre İbn Tulun uykudayken mihrap Peygamber’in kendisi tarafından yerine konmuştur.

1984’te ben bir makale yayınladım. Fâtimilerin şehri olan Kahire’nin, Romalılardan kalan Kızıl Deniz kanalının yanında ki düzenini gösterdim. Tesadüfi olarak Mısır’ın ilk kıblesi (117°) ile dikey idi. İlk kıble (117 °) ile sonrasındaki matematiksel kıble (127°), her ikiside 969 yılında kurulan Fatimi şehri kahirenin gelişmini etkiledi. Şehir sonradan Memlüklere geçti.
Bazı yapılarda dış kısım şehrin ana eksenine dik şekilde iken , yani eski kıbleye uygun iken, bu binaların iç yapısı ise yeni kıbleye (127°) ye yöneltilmiştir. Herhangi bir kimse pencerelere bakarak 10° lik farkı görebilir. Bu sonuçlar elbette ortaçağda Kahire şehrinin gelişminin ve dini yapılarının anlaşılması için temel değere sahiptir ama henüz herhangi bir ortaçağ tarihçisi tarafından yeterince istifade edilmemişlerdir.
(Camilerin dış yapıları şehirin ana düzenine göre yapılmasına karşılık içeride ki  kıble matematiksel hesaba ( o çağın hesabına ) göre düzenlenmiş. Peki bu durumda böyle camilerin yukarıdan uydu fotoğrafları ile kıbleleri hakkında hüküm veren  Gibson’ın metodu ne derece sağlıklı ve güvenilir kabul edilebilir?)

Yemen
705’te Sana’a da kurulan Büyük Cami’nin ana ekseni 334° dereceye bakar. Petra’da 334’tedir. Kudüs 335 , Mekke 326 derecededir. Ama oda ne!  Cami’nin ana ekseni Mekke’deki Kabe’ninkiyle paraleldir (ve hatta içinde minyatür bir Kabe vardır).


(Tekrar hatırlatalım yukarıda da belirtildiği üzere prof. King burada Gibson’ın verdiği sayıları kullanarak yorum yapıyor. Gibson’ın sayılarına güvenmek yerine Google Earth programı üzerinden durumu test ederek sizinle paylaşmayı uygun gördüm. Göreceksiniz ki öyle tastamam Petra'ya bakmıyor. )

Google Earth programındaki resmi Geogebra 5.0 programına taşıyarak caminin kıble duvarının kenar orta dikmesini bulmaya çalıştım. Ardından kıyaslama yapabilmek için Petra yönünü gösteren mavi çizginin başlangıç noktasını işaretleyip bu noktadan geçen ve kenar orta dikmeye paralel sarı çizgiyi çizdim. Son durumda kırmızı Kabe, Mavi petra ve sarı renkli doğru ise caminin baktığı yönü gösteriyor. Evet gerçektende Petra’ya yakınsıyor ama  kuzey güney çizgisiyle yaptığı açıyı ölçtürdüğümde ~26 derece buluyorum. Bu enlem için, Canopus yıldızının doğuşu ile  güney arasında ise yaklaşık 24 derece vardır.  üç şeye dikkat edilmesi lazım:

Birincisi Petra ile arasındaki  fark oldukça küçük. Bu kadar küçük farkla Petra’ya veya daha yakında bulunan Mekke’ye dahi yönelebilecek bilgi ve donanımları yoktu.

ikincisi Canopus yıldızının doğuşuyla aralarındaki fark kabul edilebilir derece küçük  yani sadece 2 derece.

Üçüncüsü caminin içerisinde minyatür bir kabe olması gerçektende Prof. King’in görüşünü destekliyor.  Mekke’deki Ka’be’nin  astronomik duruşu yaklaşık olarak  Canopus ile hizalı idi. Sana’a’daki camiyi inşa edenler   astronomik olarak hizalı bir minyatür Ka’be inşa edip belki bundan yararlanmaya çalışmışta olabilirler. Herhalikarda  astronomik hizalanmalara dikkat edildiği görüşünü desteklemesi açısından içerisindeki Minyatür Ka’be önemlidir.

Ayrıca prof. King’in makalesinde değinmediği ve en eski camileri araştırırken denk gelmiş olduğum bir camiyle ilgili bilgileri de eklersek tablo netleşecektir sanıyorum.
Al Janad isimli bir Yemen camisinin 7. yüzyıla ait olduğu ifade ediliyor. (kaynak)


Mavi çizgi Petra’nın , kırmızı çizgi ise Ka’be ‘nin olduğu yöndür.

Mevcut caminin 10. yüzyıldan kaldığı düşünülüyor. Birileri caminin kıblesinin sonradan değiştirildiğini iddia etmek isteyebilir ama eğer art niyetle caminin kıblesini değiştirmişlerse niçin Sanaa‘dakine dokunmamışlar acaba? Merkezdekini öylece bırakıp daha kıyıda kalanı değiştirmek mantıklı mıdır? Petra komplosunu savunanların bu soruya birazcık kafa yormasını rica ederim.


Camiyle ilgili  belki de en net olan şey: Eski Müslümanların hassas kıble tayini yapacak donanımdan mahrum olduğunun çok sayıdaki kanıtından birisinin de bu cami olmasıdır.

Kudüs

709’a tarihlendirilen El – Aksa Camiinin ana ekseni 170 dereceye bakıyor, Petra 173 derecede ve Mekke 157 derecede bulunuyor. Gibson bunun Petra’ya baktığını söylemek isteyecektir fakat açıkça içerisinde olduğu kompleks’e göre yönlendirilmiştir. Kompleks güneyden 10 derece sapmaktadır. Ortaçağ astronomlarına göre Kudüs’ün kıblesi 135 dereceydi. 





Yukarıda naklettiğim bazı hadisler ve içtihadlar ilk nesil Müslümanların oldukça toleranslı bir bakış açısı kullanabileceğini gösteriyordu. Kıbleyi geniş bir aralık olarak düşünen bir içtihad sahibi için, camiyi etrafına uygun şekilde inşa etmek şaşılacak bir durum değildir. Diğer taraftan belki de o günün şartlarında,  Kudüs’teki camiyi inşa edenlerin  zihnindeki kaba coğrafi tasavvura göre Mekke şehri güneyin  biraz doğusuna düşüyor olabilir.  Bu durumda yine camiyi etrafına uygun şekilde inşa etmeleri doğal olacaktır çünkü güneyin tam olarak ne kadar doğusuna sapacaklarını bilemezlerdi.  Lütfen, arada yaklaşık 1235 km olduğunu da hesaba katarak düşünün. Ayrıca Gibson’ın Petra yönü için 173 derece sayısını vermesi, aşağıdaki harita üzerinden bakınca bana tuhaf geldi. Mescid-i aksa ile Petra’nın konumuna dikkat edin. Mescid-i aksa 170 dereceye bakıyorsa, yani güneyin 10 derece doğusuna bakıyorsa neredeyse tam güneyindeki Petra’ya yöneltilmiş olamaz ve Petra 173 derecede olamaz. Yani Petra’dan sapma açısı 3 dereceden fazla olmalı.


Yukarıda ki haritada bunu fark ettikten sonra Google Earth üzerinde Mescid-i Aksa’nın Petra ve Mekke yönlerini kıyaslamaya karar verdim.

Mavi çizgi Petra’ya Kırmızı çizgi ise Kabe’ye uzanıyor. Bay Gibson, Petra’dan 3 derece sapıyor ama Mekke’den derece 13 derece sapıyor anlamında sayılar vermiş ama yukarıda görüldüğü gibi durum öyle değil. Birde Geogebra programında Petra’nın açısına bakmak istiyorum:



Siyah çizgi tam güney yönü olup 180 derece yi temsil ediyor. Petra yönü yukarıdaki resimde de görüldüğü gibi Güneyin 2,77 derece batısında kalıyor. Yani yaklaşık olarak 183 derecede olan bir Petra söz konusu iken Gibson bize Petra’nın 173 derecede olduğunu söylemişti. Şu halde Hüsnü zan edip yanlışlıkla böyle yaptığını mı düşünmeliyiz?

Harita gösterimi ile yakın çekim gösterim arasında neden bir kaç derecelik fark oluşabildiğini merak etmiş olabilirsiniz. Cevap küreselliğin etkisidir. Antikyalanlar blogumdaki yazımda buna bir örnek vermiştim. Küresel trigonometrik kıble hesaplama formülü ile Google Earth’ın yakın çekim gösterimindeki çizgilerinin yönü uyumlu idi. Fakat harita gösteriminde bir kaç derece hata karışıyordu. Yani bir caminin resmi ile Kabe’nin resmini birleştiren bir çizgi çizecek olursanız ve sonra camiye yakın çekim bakarsanız, çizgi gayet doğru şekilde çizilecektir. Google Earth programının asıl problemi caminin resmini doğru yerleştirip yerleştirmedikleriyle ilgilidir. Daha yarıntılı bilgi için: https://antikyalanlar.blogspot.com/p/petra-iddiasna-cevap.html

Ürdün , Suriye, Lübnan
Ürdündeki 701 yılından kalan Emevi Camii 183 dereceye bakıyor. Petra 194 derecede ve Mekke 161 derecede bulunuyor fakat cami açıkça güneye bakıyor, kesinlikle Petra’ya değil.

(Doğrudan güneye yönelme içtihadından önceki bölümde bahsetmiştik)

The Khirbat al-Minyâ kompleksi 706 yılında inşa edilmiştir. 183° ye bakar. Bu yüzden Gibson sevinir ve Petra’nın yönü 182° dedir. (Mekke 161° dedir.) Kompleksin güneye bakmasının hedeflendiği açıktır.

Khirbat al-Mafjar 714’te inşa edildi. Baktığı yön 180°. Petra’ya bakan yön 181 derece ve Mekke için 159 derece olduğundan Gibson bunu Petra’ya bakıyor olarak görecektir. 
Bir önceki cami ile beraber haritadaki konumlarını görmenizi isterim:

Başka bir örnekte Lübnan’ın Baalbek’teki Cami. 740 yılında inşa edilmiş. Baktığı yön 177°,

Petra’nın olduğu yön 190° , Mekke ise 165° ve Petra ile Mekke arasındaki çizgi 178° dir. Gibson’a göre cami bu aradaki çizgi hedeflenerek yapılmıştır. Tüm bu camilerin bize anlattığı şey onların güneye doğru baktıklarıdır ve onları inşa edenler güneyi kıble olarak ele almışlardı. 

Ayrıca Baalbekteki camilerin geneline GE ile baktığımda, her birinin farklı yönlere baktığını görüyorum. Bu durumu Kabe’nin yerinin değişmesi olarak mı düşünmeliyiz yoksa farklı Müslüman grupların veya farklı dönemlerin Müslümanlarının kıble bulma tekniğinin farklı olduğu şeklinde mi yorumlamalıyız?

Gibson şu ilginç fikrine giriş yapar ki ona göre bazı camiler Petra ile Mekke arasına bakmaktadır. Şam’da ki Emevi camisi 709 da inşa edilmiştir. (ama sıfırdan değil) Caminin yönü 177° ye bakar. Petra 193 ve Mekke 165 derece yönündedir. Bundan dolayı derki “Bu cami Petra ile Mekke arasına bakar.” Cami aslında bir Bizans katedralinin alanı üzerine inşa edilmişti. Katedralde bir roma tapınağının yerini almıştı. Tapınak kardinal yönlere (ana yönlere) göre hizalanmıştı. Kıble duvarı güneyden 3 derece kadar sapar.

Kırmızı Ka’be yönüdür  mavi ise Petra yönüdür.

Orta çağ boyunca ve günümüze gelinceye kadar bir çok Suriyeli Şam’daki kıblenin güneye doğru olduğunu düşünmüştü. Aslında Orta Çağ astronomlarına göre Şam’ın kıblesi 150 derece civarındaydı. Baalbek’teki 740 ‘tan kalma camide aynı şekilde 177 dereceye bakar. Yani aşağı yukarı güney demektir ve kesinlikle kasten Petra ile Mekke arasına yönelmek değildir.

Irak
Gibson, al-Wasit Camii(Irak) hakkında, Creswell’in öne sürdüğü , Crone ve Cook’un da dahil olduğu temelsiz/yanlış iddiaları da ekliyor. Bu cami aslında 706 yılında inşa edildi ve sonra yıkıldı. Sonra 1009 ve 1155 yılları arasında tümüyle farklı bir yöne, yaklaşık 50 derece daha güneye doğru inşa edildi…..

….. Bu , yüzyıllar boyunca aynı site üzerinde inşa edilmiş 4 yapıdan ilk ikisinin planıdır. İlk cami 245 dereceye ikinci cami ise 195 dereceye bakar. Creswell ilk caminin Kudüs’e baktığını söylemişti. Crone ve Cook ise ilk caminin Kuzey Arabistanda bilinmeyen bir bölgeye baktığını iddia etmişti. Şimdi ise Gibson diyor ki, ilk olarak kasten Petra ile Mekke arasına bakacak şekilde inşa edildi.


Iraklı arkeolog F. Safar tarafından (hazırlanan) Wâsit’teki ilk iki caminin model planı.

İlk Müslümanların kıbleyi bulma yolları hakkında bir şeyler bilenler için ilk caminin kış günbatımına bakıyor olması şaşırtıcı olmasa gerektir. Irak’taki ilk nesil Müslümanlar
tarafından kış günbatımı kıble olarak kabul edilmiştir.
Kış günbatımını yeniden hatırlatıyorum:


Wasit için İkinci caminin kıblesi belirlenirken (Ortaçağın) coğrafi koordinatlarına ve matematiğe aşina olan birileri etkili olmuştur. (15. yüzyıldan kalan , Orta Asya’ya ait bir coğrafi tabloda 250’den fazla yer için kıbleyi 201° olarak buluyoruz.-Elbette Modern değerlere ihtiyaç duymuyoruz-)

Modern zamanlarda, bu iki caminin yönelimi daha önce asla açıklanmamıştı. Daha dikkatli ölçümler ve 9’uncu, 10’uncu ve 11. yüzyıldan kalan coğrafi tablolar kullanılarak yapılacak hesaplamaların bu açıklamayı tasdik edeceğine eminim.

Gibson’ın tezinin detaylıca işlendiği thesacredcity isimli web sitesinde aşağıdaki gösterim yapılmış:



Açıktır ki Irak’ın Wasit  bölgesindeki en eski caminin Petra’ya bakmadığını, Petracılar bile kabul etmek zorunda kalmış fakat yine de  Gibson’ın tezine uydurma gayretiyle “Between spot” yazmışlar. Wasit’teki İlk cami 706 yılından geliyor. Gibson’a göre Petra ile Mekke arasında biryerlere bakan camiler, Emevi-Abbasi çatışmasından ötürü o şekilde inşa edilmiş olmalıdır. Halbuki Abbasi isyanı 740’larda çıkmıştır. Yani zaten makul olmayan Gibson senaryosuna uydurulmaya çalışılması boşunadır. Dahası Emevilerin hüküm sürdüğü dönemde yapılmış bir caminin Kış günbatımına yöneltilmiş olması Prof. King’in açıklamaları için arkeolojik bir kanıt olmuş durumdadır.


Basra
Basra’nın Camisi(ırak), 721’e tarihlendiriliyor. Caminin baktığı yön 184° , Petra Cami’ye göre 203°’ye düşüyor. Mekke ise 164° yönünde bulunuyor. Gibson, bu caminin kasten Petra ile Mekke arasına yöneltildiğini iddia etti(184°). Gerçekte ise Cami 4 derecelik bir sapmayla güneye bakacak şekilde inşa edilmişti. 4 derecelik sapma o gün için fena sayılmaz.

Orta Asya, Hint Yarımadası

Kerala’daki (Hindistan) Cheraman Juma (camisi) için, güya 629 yılında inşa edildiği söyleniyor [!], Caminin baktığı yön 305 ° ‘de , Petra 304 ° ‘de , Kudüs 306 ° ‘de ve Mekke 230 °’ de (yanlış işaretlenmiş olması gerek) Gibson’un sevdiği bir Petra oryantasyonu. Ben açıklama yapmaya gerek görmüyorum ama burnuma kötü kokular geliyor.
Prof. King’in de dediği gibi bir yanlışlık olması lazım.  The sacred city’nin websayfasında an itibariyle ilk yapılış tarihi ve caminin 11.yüzyılda yenilenmesinden bahsedilerek ilk kıblesinin  bilinemiyeceği ifade ediliyor. GE’den bakılınca  durum şöyle:


Petra komplosuna göre Abbasilerin Ka’be’nin yerini değiştirmiş olması lazım. Hiçbir zaman için Emeviler veya Abbasiler bu caminin olduğu yere yani Güney Hindistan’a  hükmetmediğine göre, hatta Gazneliler devleti bile sadece Kuzey Hindistan’a hükmettiğine göre  ve cami 11. yüzyıldan kalmış kabul edildiğine göre, bu camiyi yenileyen kişiler ilk kıbleye sadık kalmış olmalıdır. Cami 11. yüzyıldan kalma haliyle bile basitçe batıya bakıyormuş veya batının biraz yukarısına bakıyormuş gibi görünüyor. Bu kaba yönelim tarzlarına da zaten ilk nesil Müslümanların eserlerinde rastlanıyor. Aşağıdaki haritadan caminin yerine bakabilirsiniz.


Kırmızı çizgi Kabe’nin olduğu yön ve mavi çizgi ise Petranın olduğu yön.

Pakistan’ın Banbhore bölgesindeki cami 727 yılına tarihlendiriliyor. O, 266° ‘ye bakıyor. Petra 289° ‘de, Mekke 268° ‘de ve Kudüs 292° ‘de. Gibson’a göre bu cami Mekke’ye bakıyor, aslında bu caminin Mekke’ye bakan en eski cami olduğunu düşünüyor. Cami gerçekten de Mekke’ye bakıyor ama Gibson’ın düşündüğü yoldan değil.  Cami’yi inşa edenlerin Mekke’ye doğru kıble olarak tercih ettikleri yön batı yönüydü. (Batı 270° ve cami 266°ye bakıyor.)


Mavi Petra yönü Kırmızı ise Kabe yönüdür.

Bibi Hatun Camii Özbekistan’ın Semerkant şehrindedir. 1400 veya daha sonrasına aittir. Gibson’un düşüncesine göre cami 262° ye bakıyor ve bu, Petra’dan 2 derece Mekke’den ise 22 derece sapmak demek fakat gerçekte cami Batı yönünden dikkatsizce 8° ‘lik bir sapma gösteriyor.  Hanefi fıkhına göre (buradaki) kıble batıdır. (Şafii’ye göre ise güneydir.)


Eğer bir haritadan kontrol ederseniz burası Mekke’ye çok uzak bir bölge. Yapılış yılının 1400 ‘ler olması da tam olarak Gibson’ın aleyhine bir durum. Çünkü komplo teorisini doğru kabul ederseniz   böylesi bir tarihte  İnsanların Petra’ya yönelmesini bekleyemezsiniz. Demek ki insanlar Mekke’deki Ka’be’yi hedeflerken yanlışlıkla Petra’ya yönelebiliyormuş. Batı yönünden 8 derece sapılması çok büyük bir sapma sayılabilir mi? Caminin yapıldığı tarih dikkate alındığında pusulanın kullanıldığı bir tarihten bahsediyoruz. İlginçtir ki zaman içerisinde pusulanın gösterdiği yönlerde değişiklik olabilmektedir. Vereceğim adresteki makaleyi okursanız 8 derecenin pusuladan kaynaklanabilir  bir yanılma olduğunu göreceksiniz.  Pusula gerçek kutup noktasına değil manyetik kutup noktasına bakar. Dünya’nın manyetik kutupları hareket halinde olup yer değiştirmektedirler. Ayrıca sekiz derece tümüyle pusuladan kaynaklanmayıp belki de “pusula hatası + inşaatçı dikkatsizliği” ile olmuş olabilir. Daha önce belirtmiştik ki Türkiye’deki herhangi bir ilde pusulanın göstereceği yön yaklaşık 4,5 derece hatalıdır. Söz konusu hata payı Dünya üzerinde yerden yere değişmekte olduğu gibi tarih içerisinde de değişim göstermektedir. Makale: https://ipfs.io/ipns/tr.wikipedia-on-ipfs.org/wiki/Manyetik_sapma.html

Umman
Umman’da ki tarihi belirsiz 2 erken caminin baktıkları yönler 293°/296°dir. Gibson Petra ile 2 derecelik Mekke ile ise 26/29 derecelik fark olduğunu gösteriyor. Ona göre cami(ler) Petra’ya bakıyor. Gerçekte ise her iki camide yaz güneşinin batımına (yaklaşık 295°) bakıyor, ve onları inşa edenler, onları Mekke’de ki Kabe’ye yöneltmeyi amaçlıyordu.

Endülüs

(Gibson’ın) “takdire şâyan!” örneği Kurtuba daki Büyük Cami’dir. 784‘te inşa edilmiştir. Gibson’a göre cami 157° ye bakmaktadır. (Aslında 152° ‘ye bakmaktadır.) Petra 91° ‘de, Mekke 100°’de bulunmaktadır.



Gibson’a göre cami, Petra ile Mekke arasındaki çizgiye paralel olacak şekilde inşa edilmiş. O çizgi 155° de imiş ve cami sadece 2 derecelik sapma gösteriyormuş. Hatırlayınız ki o zamanlar halkın çok sınırlı bir coğrafi ve matematiksel bilgi birikimi vardı. Gibson’un fikri thesacredcity’de şu şekilde görsel hale getirilmiş:


Oldukça sıradışı ve aslında gülünç bir iddia.  Prof. King ‘in de dikkat çektiği üzere  insanlar böyle tuhaf bir şey yapmayı istese bile böyle bir hesap,  o zamanın coğrafi ve matematiksel bilgi birikiminden zaten  beklenemiyecek bir şeydir. 

Aslında, cami, aynı yönelime sahip olan, 1. yüzyıla ait Roma ortogonal sokak planına uygun olarak ortaya çıkarılmış ve daha sonra cami  genişletilmiş olduğu zaman mevcut kıble değiştirilmemiştir. (Cami’yi inşa eden insanların o günkü kaba coğrafi tasavvurunu bilmeyip Google Earth haritalarına baktığımız sürece , onların tercihlerini yadırgayabiliriz. Hem o günün coğrafi tasavvurunun çok daha farklı olacağı  hem de esnek davranmakta sakınca görmeyen içtihatlar akılda tutularak değerlendirme yapılmalıdır. Ayrıca bu cami hakkında Prof. King şu değerli bilgileri de ekleyerek devam ediyor.

Şu an Caminin major ekseni(kuze güney ekseni), Kabe’nin majör ekseni ile “paralel”dir. Başka bir deyişle, Caminin kıble duvarı Kabe’nin kuzey batı duvarı ile “paralel”dir. Caminin minör ekseni (doğu batı ekseni) , göndönümleri ile hizalıdır, Kabe’nin hizalı olduğu gibi. Şu durumda niçin kıble değiştirsinler? Kutsal coğrafyanın bazı şemaları göstermektedir ki, Mekke’ deyken Kabe’nin kuzey batı duvarına bakan bir kimse, Endülüs’ün kıblesi üzere bir duruş içerisindedir. Dolayısıyla bir kimse Endülüs’e geri döndüğünde Kabe’nin ana eksenine “paralel” bir yöne bakmış olur. Bu yön Endülüs ve Kuzey Afrika’da popülerdir.
Endülüs’ün bütünündeki tüm yönelimler için Alfonso Jiménez, Mònica Rius ve Julio Samsó’nun yazıları elzem derecede önemlidir.

Prof. King’in bahsini ettiği şemalardan birisini sunmak yerinde olacaktır:

Kaynak : The enigmatic orientation of the Great Mosque of Córdoba, David A. King, sayfa 71

Açıklamada deniyor ki, sekiz sektörlü bu haritada Endülüs,  Kabe'nin Kuzey-Batı duvarının Mizab(Oluk) kısmına bakar şekilde görülmektedir. O zamanlara ait şemalarda güney yönünün yukarıya alındığı gerçeğini hatırlatıyor ve paint’te çevirerek yeniden sunuyorum.

Halk Astronomisi başlığı altında tarif ettiğimiz teknik çoğu zaman Kabenin eksenlerinden birine paralel bir duruşa sebep olmaktadır. Endülüs’lü el Leyti hakkındaki rivayeti tekrar hatırlayalım:


9. Yüzyılda yaşamış Kurtubalı (Endülüslü) şeriat alimi Ebu Ubeyde el-Leyti, Sahib-ül Kıble olarak bilinirdi, Ka’be’nin Kuzey Batı duvarının orta yerinin önünde durunca dede ki: “(İşte) bu kıblesidir.(Endülüs’ün)”

Kaynak: “The enigmatic orientation of the Great Mosque of Córdoba, David A. King, sayfa 80”

En kaba bakış açısıyla yeryüzü, 4 duvarın ayırmış olduğu 4 sektör olarak düşünüldüğünde, muhatap alınan duvarın üzerinde doğan yada batan bir yıldızın yönü kullanıldığı için, eğer gerçekten insanların memleketi o duvarın tam karşısında değilse cami ekseni ile Kabe ekseni birbirine paralel olmaktadır. Bu tekniğin hoşuma giden yönü neredeyse kesin olarak 45 derecen daha az bir sapma ile sonuçlanacak olmasıdır. Diyanetin fetvasına göre de 45 derece sınır değer idi. Farklı görüşler olmasıyla birlikte çeyrek daire diliminin içinde kalmak yaygın bir anlayıştır. Eğer Ka’be ‘den çok uzağa gitmişseniz ve elinizde çok sınırlı coğrafi bilgi olup koordinatları da bilmiyorsanız, tek bildiğiniz 4 duvardan hangisine muhatap olduğunuz ise sizde öylesi bir durumda, bu tekniği kullanabilirsiniz. Hassas değil ancak yeterince doğru bir teknik. 

Tekniğin  biraz  daha  geliştirilmiş hali  şöyledir: Kabe'nin etrafını sekiz dilime ayırırsınız. Ülkenizin, şehrinizin hangi dilimle eşleştiğini biliyorsanız,  Kabe üzerinde gözlem  yaparak  o dilim için belirli bir gök cismi yönü tespit etmeye çalışırsınız. Bu defa sapma açınız 1/8 'lik daire diliminden küçük olacaktır. Mısırla ilgili aşağıdaki iki şemada bu mantığın kullanıldığını işaret ediyor. Her iki şemada da Mısır muhatap olduğu duvarın ortasına bakıyor ve ikinci şemanın etrafında ilgili yıldızlar da ifade edilmiş.


Sektörlerin sayısı zamanla arttığı gibi farklı gözlemcilerin, detaylarda, farklı düşünceleri olduğunu görebilirsiniz ancak ortak bir mantık varmış gibi görünüyor.

1/8 lik dilimlerin kullanılması muhtemelen ¼ lük dilimlerden sonra yaygınlaşmıştır. Kurtuba ‘da kullanılan teknik Kabe'nin etrafını 4 duvarına göre sadece 4 'e bölmekle yetinen bir teknikmiş gibi görünüyor. Muhtemelen bu sebeple de Kabe ekseniyle paralel bir duruş oluşuyor.

Kurtuba Camisi’nin ve Endülüs Coğrafyasının Önemi

MS 740 ile 750 arasında, Emevilerin toprakları bir iç isyan ile Abbasilere geçerken İspanya toprakları bunun haricinde kalmıştı. Emevi halifesinin Abdurrahman isimli bir torunu İspanya’ya kaçıp burada Endülüs Emevi Halifeliğini kurmuştu. Hem Emevilerin devamı idi hem de kendi Halifeliğini ilan etmişti. Fethedildiği zamandan itibaren yaklaşık 300 yıl boyunca İspanya toprakları, Emevilerin hakimiyeti altında şekillenmiş oldu. Kurtuba camisi 784 tarihinde yapılmış olduğundan Emeviler eliyle yapılmıştır. Caminin kıblesinin tespitinde kullanılan metot ve mantık her ne olursa olsun, açıktır ki burada gözlemlediğimiz yönelimin Petra ile alakası yoktur. Gibson’ın senaryosu gerçek olsaydı, yani Emevi kıblesi Abbasi kıblesinden farklı olsaydı, bunu Endülüs Emevilerinde görmeliydik. Gibson bunun ölümcül bir darbe olduğunu bildiğinden bir açıklama getirmeye çalışmıştır. Gibson’a göre, camiyi inşa edenler Hacerül esved’e yönelmemiştir. Kabenin binasına da yönelmemişlerdir. Güya İslam’ın doğmuş olduğu Petra’ya da yönelmemişlerdir. Taşın geçtiği yola da yönelmemişlerdir. Onlar Petra ile Mekke’yi birleştiren çizgiye paralel durmaya çalışmışlardır!!!

Prof King. bunu yapabilecek matematiksel ve coğrafi alt yapı olmadığını söylüyor zaten ancak daha öncesinde söylenmesi gereken şey, bu ne saçmalık ve bu ne pişkinliktir…

Ayrıca Endülüs alimlerinden günümüze kalmış eserlerde Kabe’nin Mekke’de olduğu açıkça ifadesini bulmaktadır. Aşağıda sadece iki örnek sunacağım ve daha fazlası için web sayfamıza bakabilirsiniz: https://komplopetra.blogspot.com/2019/03/petrann-bas-endulus-alimleri-ile-dertte.html

İbn Rüşd, İmam Gazali’ye karşı yazdığı "Tutarsızlığın Tutarsızlığı" eserinde Tümel amaca kişinin Kâbe’yi tavaf etmesini örnek verir. Kişinin tek bir yöne hareket etmesi tümel harekettir. Kişi bunun dışına çıkmaz çünkü Mekke'ye doğru yönler çoktur ama Kabe’nin tek bir yönü vardır.


İbn-i Rüşd, Emeviler sonrasında İspanya topraklarına hükmetmiş olan ve kendi halifeliklerini ilan etmiş olan el Muvahhidun Halifeliği döneminde yaşamıştır.

İbn Nattah 12. Yüzyılda yaşamış Endülüslü bir alim olup kıble konusunu işleyen bir risale hazırlamıştır. Bununla ilgili olarak prof. King’in bir makalesinde ibn Nattah’ın sözleri alıntılanıp gerekli çıkarım yapılmıştır. Aynen alıntılıyorum:


İbn Nattah Kıble yönünü yaklaşık olarak doğu yönünün 30 derece güneyine doğru olacak şekilde tarif etmiştir. Bu ise yaklaşık olarak Kış güneşinin doğuş yönü ile eşleşir.

Diğer örnekler için sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.

Endülüs’ten Haritalar

El idrisi de 12. Yüzyılda yaşamış bir Endülüs coğrafyacısıdır ve daha önce haritalarından bahsetmiştik. Onun haritasına bakan bir kişide Endülüs kıblesinin yaklaşık olarak kış güneşinin doğuş yönünde olacağını düşünecektir. 



El idrisinin yukarıdaki haritasında Mekke açıkça gösterilirken Petra ismi mevcut bile değildir. Dahası El İdrisi’nin Dünya haritasında Mekke’nin(el Hicaz) merkezde oluşundan daha önce bahsetmiştik.



Endülüs’ten Kalan Kur’an Nüshası

Önce biraz açıklama yapmamızda fayda var.

Kur’an'ın Fetih suresinde ki 24 ve 25. ayetleri, Ka’be'nin hz. peygamber zamanında da Mekke’de olduğunu ıspatlamaktadır.

Fetih 24 ve 25. ayetlerin mealine bakacak olursak:

O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke’nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir. ﴾24﴿

________________________________________

Onlar, inkâr eden ve sizin Mescid-i Haram’ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını menedenlerdir. Eğer (Mekke’de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğnemeniz sebebiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı (Allah savaşı önlemezdi). Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elemli bir azaba çarptırırdık. ﴾25﴿

Başka hiç bir şey bilmeden sadece bu iki ayete bakıldığında dahi şu çıkarımlar kolaylıkla yapılabiliyor:

Müminler ile karşı taraf arasında bir gerilim var ve Mekke içinde bir şekilde ( Hudeybiye anlaşması ile) gerilim sonlandırılmış. Karşı taraf Mescid -i haram ‘ı ziyarete gelmiş olan müminleri engellemiş ve kurbanların normalde kesilecekleri yere getirilmelerine de mani olmuşlar. Savaş olması halinde Allah’ın Müminlere zafer lutfedeceği ancak niçin Allah’ın iki taraf arasında sulh takdir etmiş olduğu ifadesini buluyor. Şimdi kendinize sorun lütfen: Şayet o sırada Mescid-i Haram Petra’da ise niçin gerilim Mekke’de yada Mekke civarında yaşanıyor ve niçin kurbanlıklar Mekke’ye getiriliyor?

Gibson o berbat tezinin doğrudan Fetih 24 ile 25. Ayetlerince çürütüleceğini bildiği için hazırladığı sözde belgeselde Kur’an ‘ın Abbasilerce tahrif edilebileceğini ima etmektedir. Şu halde Abbasi elinin hiç değmediği bir coğrafyadan gelen bir Kur’an nüshasını sunmak yararlı olabilir.

İspanyadan Kaçış Sırasında Kurtarılan Bir Nüsha:

World Digital Library’nin ilgili sayfasında bu nüsha için şu bilgiler veriliyor:

 https://www.wdl.org/en/item/8934/

"This early 13th-century manuscript is among the very few surviving dated Qurʼans from Islamic Spain. Completed in Seville in 1226 AD (624 AH), it was rescued from destruction during the Reconquista (reconquest) by Muslim refugees who fled Spain for North Africa. In 1535, when the Holy Roman Emperor Charles V (1500–58) conquered Tunis in an expedition against the Barbary pirates, his troops seized the Qurʼan and took it back to Europe. The manuscript subsequently came into possession of Johann Albrecht Widmanstetter (1506–57), a diplomat and orientalist whose library later became the foundation for the Munich court library."

13. yüzyılın başlarından kalma bu el yazması, İslâmî(dönem) İspanya’sından günümüze kalan çok az (sayıdaki) tarihlendirilmiş Kuran(nüshaların)’dan biridir. MS 1226’da (624 AH) Sevilla’da tamamlandı, Kuzey Afrika için İspanya’dan kaçan Müslüman mülteciler tarafından Reconquista (yeniden fetih) sırasında yıkımdan kurtarıldı. 1535 yılında, Kutsal Roma İmparatoru V. Charles (1500-58) Berberi korsanlarına karşı (düzenlediği) bir seferde Tunus’u fethettiğinde, birlikleri Kuran’ı ele geçirip Avrupa’ya geri götürdü. Yazıt daha sonra, bir diplomat ve oryantalist olan Johann Albrecht Widmanstetter’in (1506-57) eline geçti.

Bu nüshanın bütün sayfalarını bu siteden okuyabilirsiniz. İşinizi daha da kolaylaştırmak için,

Mushaf içerisinde doğrudan Fetih 24. Ayete bakabileceğiniz linki paylaşıyoruz: https://www.wdl.org/en/item/8934/view/1/219/

son iki satıra dikkat!

“Bi betni mekkete” ifadasine dikkat edin ve günümüzdeki yazılışıyla kıyaslamanız içinde Diyanetin sayfasından aşağıya kopyalıyorum: https://kuran.diyanet.gov.tr/…/4607/24-26-ayet-tefsiri



Endülüs’te kullanılmış kıbleler

Son Olarak yine 12. Yüzyıl Endülüs alimlerinden İbn Nattah ‘tan alıntı yapacağız.

İbn Nattah’ın Usturlab hakkında yazmış olduğu eserine göre Kurtuba’da ki camiler için şu farklı yönler kullanılmıştır: 

Kaynak: The enigmatic orientation of the Great Mosque of Córdoba explained, David A. King, sayfa 47

Yukarıda ismi verilen makale sayesinde, günümüze ulaşmış Endülüs camilerinin listesine ve yönlerine baktığımda, Petra yönüne denk gelmiş hiç bir cami bulamıyorum ve 12. Yüzyılda yazılmış İbn Nattah’ın kaydettiği veriler dikkate alındığında, o zamanlarda da böyle bir şeyin olmadığı görülüyor. Yukarıdaki şema İbn Nattah’ın eserine göre hazırlanmıştır. Yani geçmişten bu güne Petra ‘ya denk gelen tek bir cami bile olmamışa benziyor. Kazâra olsun denk gelen cami bulamıyoruz.

Mağrib (Kuzey Afrika)
Kuzey Afrika konusunda Gibson, Mònica Rius ve Michael Bonine‘nin eserlerine danışarak kendisini büyük bir utançtan kurtarabilirdi. Bu eserler oradaki yönelimlerle ilgilidir. Sırasıyla Ortaçağ Kuzey Afrika metinlerini ve jeofizik analizini kullanmişlardır.
Tunus’un Kayravan şehrindeki Ukbe ibn Nafi Camii 670 de yapıldı ve 836 da yeniden inşa edildi. Cami 151°ye bakar(Bu Gibson’a göredir fakat Bonine’ye göre 147°) Petra 97° ve Mekke 111° de bulunmaktadır. (Caminin Yeniden yapılış tarihi, Kuzey Afrika’nın bu bölümünde “Alghalibid Emirate” olarak yabancı kaynaklarda adı geçen bağımlı devletin kurulmasından sonra olmuştur. Bu devlet Abbasilere yıllık vergisini verip Abbasi halifesini Cuma hutbelerinde anan bir devlettir fakat şunu kendinize sorun lütfen: Eğer Abbasilerin bir şeyleri gizleme maksadıyla camiyi yeniden inşa edip kıblesini değiştirme gibi bir ihtiyacı olacaksa neden bunu bölgeyi elde bulundurdukları yaklaşık 50 yıl içerisinde yapmadılar? Sonrasında özerk bir yönetim mi caminin kıblesini değiştirdi? Peki neden Mekke’ye doğru bakmıyorda Güney Afrika’da bir yerlere bakıyor? Bu sorulara Petra’cılar cevap verebilir mi?)



Kırmızı çizgi Ka’be yönünü mavi çizgi ise Petra yönünü göstermektedir.

Gibson iddia ediyor ki bu cami 4 derecelik sapmayla Petra ve Mekke arasındaki 155 derecedeki çizgiye paralelmiş.(Bir önceki örnekte kullandığı gülünç açıklamayı bu cami içinde yineliyor. )
.
Tunus’un al-Zaytuna isimli camisi 732 de inşa edilmiştir. Gibson’a göre 154 derceye Bonine’ye göre 145 dereceye bakıyor. Petra 100° de ve Mekke 113° dedir. (Eğer Google Earth programının uydu resimlerini birleştirmesi sırasında karışan hata payı bu kadar büyük bir farka sebep olmuyorsa, büyük olasılıkla Gibson sayıları kendi lehine çarpıtabilecek karakterde birisi. (154-145=9 derece)

Şu bir gerçektir ki, eğer bu cami gerçekten 155 dereceye bakıyor bile olsaydı Gibson’ın saçma içtihadına göre değil Orta çağda kullanımda olduğu belgeleriyle kanıtlanan ve yukarıda açıkladığımız halk astronomisi içtihadına göre kıblesinin ayarlandığını düşünmek mantıklı olacaktı. Hatırlayalım ki Kabe’nin Kuzey-Güney ekseni Canopus(Süheyl) yıldızıyla uyumlu idi ancak burada söz konusu olan açı Bonine’nin dediği gibi 145 derece ise o vakit başka bir içtihad kullanıldığı anlamına gelir. Bununla birlikte her halikarda Petra’yı değil Mekke’yi tercih ettiği aşikar olan bir yönelimdir ve ayrıca Gibson'ın kıble senaryolarından hiç birine uymaması gibi güzel bir yönü de var.

Caminin yapıldığı 732 tarihi ise Emevi dönemi içerisinde inşa edilmiş olduğunu gösteriyor!)



Yine kırmızı çizgi Kabe yönü ve mavi ise Petra yönüdür.

 Ve Gibson tespitini yapar, Petra ve Mekke arasındaki 155° çizgisinden 1° farklıdır. (Komik ama o kadar tahribat yaptı ki gülemiyorum)

Ribat veya Sousse Kalesi (Tunus’ta) 770 yılına tarihlendiriliyor. Küçük bir cami içeriyor. Cami, 183° ‘ye bakıyor ve kesinlikle güney yönü hedef alınmış. 

 Yakınındaki Büyük Cami 850 yılından kalmadır. Cami 162° ye (Bonine: 163°) bakar. Petra 98° de ve Mekke 112° dedir. Gibson’ın düşüncesine göre Petra ile Mekke arasında çizilen 155°de bir çizgiye paralel olacak şekilde düzenlenmiş.   🙂 demek ki bazen 7-8 derece Gibson için önemsiz olabiliyormuş 🙂

Aslında Gibson'ın kıble senaryolarından hiçbirine sığmayan bir başka örnek daha var burada.

Caminin yapılış tarihine de dikkat çekmek istiyorum. Abbasilere bağlı “Alghalibid Emirate” zamanında yapılmış. Şu halde Emevi-Abbasi savaşlarının bitişinden çok sonra ve Abbasi Halifesi adına hutbe okunan bir yerde inşa ediliyor. Öyleyse neden Mekke’ye yöneltilmemiş?(Elbette Gibson kabullerinin çelişkisini göstermek için soruyorum)

Bonine gördü ki, Tunus’un Kayravan ‘daki Büyük Cami,  Sfax, Monistar, Mahdia ve Hammamet(ama Sousse değil) bunların hepsi 145°-147° aralığındadır.
Bahsedilen bu 4 caminin yaklaşık olarak ortasından geçecek şekilde bir 146 derece çizgisi çizdim.



(Bonine)  Şu tespiti yaptı:
“Bu şehirlerle ilişkili bir Roma kadastro araştırmasının kanıtı bulunduğunda, bu durumda, Kıble ve İslami şehir yapısının önceden var olan Roma sistemi tarafından belirlendiği görülecektir”.   

Yeni Bir Dönem Başlıyor.
Irak’ın Samarra'da ki Büyük Cami’sinin 847'de inşa edilmesiyle yeni bir döneme girmiş olduk. (Kıble yönelimleri açısından) Bu cami 198° ‘ye bakar, Petra 244° de ve Mekke 197° dedir. Bu cami astronomların kıblesine göre düzenlenmiştir. Muhtemelen Habash al-Hâsib tarafından hesaplanmıştır ki 9. yüzyılın en yenilikçi astronomudur. Samarra’nın enlemi için yapmış olduğu tabloları da içeren bazı çalışmalar günümüze kadar ulaşmıştır. Gibson bu caminin Mekke’ye yöneltildiğini kabul ediyor. Ona göre bunun anlamı, Müslümanların gerçek kıble Petra’yı terk ederek yanlış kıble Mekke’ye doğru dua etmeye başlamaları anlamına geliyor.

Kolayca açıklanamayan yönelimler

Yönelimleri halk astronomisinin teknikleriyle açıklanabilen veya İslam öncesi yapıların temelleri açısından açıklanabilen daha fazla erken döneme ait cami örnekleriyle uğraşmayacağım. Yönelimlerinin açıklanması güç olan örnekler az değildir.

Tekrar Suriye, Ürdün, Lübnan
Gibson, Hama’daki (Suriye) Büyük camiyi inceler. Cami 637 yılından kalmadır. Cami 194° ‘ye bakar , Petra 193° ve Mekke 168° ‘dedir. Gibson’a göre Petra’ya bakar.
Bir sonraki 714’ten kalma Anjar Saray Camii’dir (Lübnan). Caminin yönelimi 191 dereceyedir. Petra 187°, Mekke 164°ve Kudüs 197° ‘dedir. Gibson bu cami hakkında hüküm verir: “Neredeyse doğrudan Petra’ya”. Öyle görünüyor, ancak 8. yüzyılın başında kimse Petra’ya ya da başka bir yere doğru -yüksek bir doğruluk oranıyla yönelmeyi- hiç kimse planlayamazdı.
Gerçek güneyden batıya doğru  11 ° ‘lik bir sapma, güney yöneliminin amaçlandığını varsaymak için çok fazladır.
Qasr al-Hayr el-Gharbî’deki (Suriye) Cami, 726’dan kalmadır. Bununda baktığı yön 191° dir. Petra 205° ‘de ve Mekke 171° ‘dedir.

Eastern Qasr’daki(Şark-î Saray’daki) Cami, 728’den kalmadır. Caminin baktığı yön 193°, Petra 214° de ve Mekke 177° dedir. Gibson’ın yanlış yorumu, Anjar için yaptığıyla aynıdır.

 Aynı şey, 743’ten kalma Mushatta’daki (Ürdün) Camii için de geçerlidir. Cami 195° yönüne bakar, Petra 199°, Mekke 161° yönündedir. Gibson için bu Camii Petra’ya işaret ediyor; Benim için ise güneyin batısındaki 10 ° -15 ° sapmaları açıklamaya devam ediyor. (sapmalara sebep olan bir içtihat olduğunu ve tüm bu camilerin o içtihadın örnekleri olduğunu kastediyor) Ama -henüz- tamamiyle bitirmiş değiliz.
Rakka’da (Suriye) bulunan Cami 772’de inşa edilmiştir. Caminin yönü 194°,ve Gibson’ın Petrası 209° ve Mekke 177° yönündedir.

 -Gibson- Sadece 1° lik sapmayla Petra ile Mekke arasına baktığı sonucunu çıkarıyor. Fakat hiç kimsenin bir yapıyı iki uzak hedef “arasına” -bakacak şekilde- hizalamaya çalıştığına dair, bir kanıt yoktur ve bu kesinlikle burada olan şey değildir. Prof. King’in ifade ettiği görüşü görselleştirmeye çalıştım ve yukarıda belirtilen sayılara göre(Yani Gibson’ın sayılarına göre)  camilerin baktığı yönleri göstermeye çalıştım. Bu gösterime bir miktar hata karışacağı da açıktır. 



Yani Prof. King  bu bölgede kullanılan içtihadlar içerisinde, kolayca açıklanamayacak bir içtihadın daha olduğunu ve bu içtihat gereği, bazı camilerin güneyin 10-15 derece batısına yöneltildiğini söylüyor. Bu şekilde ki bir yönelim, yer yer Petra’ya denk gelmiş olmakla birlikte maksadın Petra olmadığını gösteren örneklerde karşımızda duruyor. 

190 °-195 ° ‘lik bu yönelimler o kadar kolay açıklanamaz. Net olan nedir:
a) Bu yönler hesaplanmadı 
-hesaplanarak bulunmadı-
b) Bu yönler Güneş’in gün dönümlerindeki doğuş ve batışından ya da parlak yıldızların doğuş ve batışından türememiştir.

Ne yazık ki, Suriye’de ki cami yönelimleri hakkında ortaçağ münazaralarına sahip değiliz. Fakat orada kesinlikle tuhaf şeyler oldu. Örneğin Memlük -yönetimi altında- Tripoli (Lübnan) da yaşanan gelişmeler; Halep ve Hama’daki camiler ve camilerin yönelimleri tümüyle kopyalandı. Gerçekten de, orta çağın Tripoli’sinde ki camilerin baktıkları yönler- 165 ° -190 ° aralığındadır. Üstelik astronomların matematiksel kıblesinin 150 derece olduğunu bilmelerine rağmen.
Yukarıdaki paragrafta Tripoli(Trablusşam) ‘daki  camiler için söylenen durumu harita üzerinde göstermeye çalışırsak:



Daha sonra, 14. yüzyılın ortalarında Şamlı(Damascus) el-Halîlî’nin hazıladığı, tüm Müslüman dünyası için kıble değerlerini gösteren mükemmel bir tabloya ve Suriye ve Filistin’in yerlileri için -hazırlanmış- daha küçük bir tabloya sahibiz.

Gideon Avni, Necef  Bölgesi’ndeki (Negev Hidhlans) bir düzine basit caminin yerleşimlerinin yönelimlerini araştırdı ve buranın tarihi, en eski Arap genişlemesi olan Güney Filistin’e kadar uzanıyor.
Onun bulgularına göre 10 tanesi 162°-172° aralığına düşüyor. (diğer ikisi ise 158° ve 182° ‘ye bakıyor) Yine bir açıklamam yok. 

Gideon Avni’nin Araştırması

Prof. King’in bahsini ettiği Gideon Avni’ye ait araştırmanın konumuz açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Onun araştırmasının sonuçları Petra tezini tam da kalbinden vuruyor diyebiliriz. Üç sebepten ötürü:

1. İncelemiş olduğu bölge   Petra’ya yakın bir bölgedir ve buna rağmen camilerin Mekke’ye yöneltildiği açıkça görünmektedir.

2.  incelenen 12 cami hicretten sonraki ilk 2 yüzyıldan kalma olduğu için  tamda konuya ışık tutacak cinsten bir araştırma olmuştur.  

3. Bu camilerin çoğu göçebe bedeviler tarafından yapılmış camilerdir. Bunun önemini birazdan izah edeceğim.

Cami yönelimleri aşağıda gösterilmiştir:



Yukarıda turkuaz bölge 162°-172° aralığındaki 10 adet camiyi temsil ediyor. Diğer iki cami için:  yeşil 158° ve mavi 182°

Küreselliğin etkisiyle bir miktar hata karışacağı savunulabilir.  Dahası yakın yerleri tek bir merkezde düşünmekte bir miktar hata payı oluşturacaktır ama Petra’nın hedeflenmediği o kadar açık ki ufak sapmalar düzeltilse bile değişen bir şey olmayacak. 

Bedevilerin Açık Mescidleri

Aşağıdaki sayfa İsrailli Akademisyen Gideon Avni’nin makalesinden alıntıdır ve görülen açık mescidler Filistin’in (şimdi İsrail işgali altında olan) Sede Boker bölgesindendir. Tepe başlarına inşa edilmiş göçebe bedevilerin ortaya koydukları açık mescidlerden bahsediyoruz. Önemi, buranın daha Dört Halife zamanında fethedilmiş olması ve böylece Müslümanlaşmanın daha dört halife zamanında başlamasındandır. Gideon Avni bölgedeki evleri ve benzerini de incelemiştir. Bölgede yapılan incelemede bulunan unsurlara dayanarak, bahsi edilen camilerin Hicretten sonraki ilk iki yüzyıla ait olduğu sonucuna varmıştır. Müslümanlaşma sürecinin en erken başladığı bölgelerden birisi olması sebebiylede bu 12 camiden bazılarının Dört halife zamanına kadar uzanabileceğini düşünüyor. Yani burada incelenen Göçebe mescidleri günümüze kalmış en eski mescidlerden olmalıdırlar ve üstelik burada restorasyon görmemiş orijinal yapılardan bahsediyoruz. Bence halkın samimi duygularla kendisi için yaptığı yapılar olmasından ötürü ayrıca önemlidir. Halkın kendi rızasıyla ve samimi olarak Müslümanlaşıp ibadet ettiğini gösterirler diye düşünüyorum. O kadar basit inşa edilmişler ki gördüğünüz üzere taşları etraftan toplayıp yaklaşık yarımşar metrelik üç duvardan oluşan üstü açık yapılar oluşturmuşlar. Bu yapılar, kıble duvarında bazen bir mihrap girintisi olmakla beraber bazen de o girintinin yerine büyükçe bir taş konularak mihrabın yerine düşünülmüş gibi görünüyorlar.

Bu çalışmada ki 2 mescid hariç diğer tümünün tepe başlarına inşa edilmiş, basitçe üç yarım duvardan oluşan bedevi mescidleri olması ve bunların tümünün Mekke’ye bakması önemlidir. Çünkü burada devlet tarafından yapılıp resmi bir görevli atanan camilerden bahsetmiyoruz. Doğrudan halkın kendi dindarlığının eseri olan yapılardır bunlar. Çölün ortasında samimi duygularla Allah’a yönelmek isteyen halktan insanların kıblesinin Mekke olduğunu gösteriyor, bu basit mescitler. Petra tezini tamda kalbinden vuruyor demekte haksız mıyım?

G. Avni’nin makalesi için: G. Avni, “Early Mosques In The Negev Highlands: New Archaeological Evidence On Islamic Penetration Of Southern Palestine”, 1994, Bulletin Of The American Schools Of Oriental Research, Volume 294, pp. 83-100.

Academia linki: https://www.academia.edu/44055672/Early_Mosques_in_the_Negev_Highlands_New_Archaeological_Evidence_on_Islamic_Penetration_of

Çin’den Endülüs’e(İspanya’ya) kadar, Yukarıda bahsi geçen bu erken dönem camilerinin tümü için, bir şey açıktır, Gibson’ın erken camiler Petra’ya bakar iddiası, öyle olmasını istediği için öyle yorumlamaktan ibarettir. (wishful thinking)

(prof. King’in alıntılanan sözleri buraya kadardır.)

------------------------------------------


Sonuç

Bu uzun açıklamadan sonra bazı hususları kısa biçimde hatırlatıp genel bir tablo çizerek bitirmek istiyorum:

0. Metodun eksikliği: Eğer ille de Gibson‘ınki gibi komplo teorilerinin peşine düşüp araştırmak gerekiyorsa bunun arkeolojik kazılar yoluyla camilerin en eski temellerinin bulunması şeklinde yapılması gerekirdi.

1.Baştan sakat: Gibson’ın tezinin başlangıç kabulleri problemli olup zaten eksiklik ve çelişki içerdiğinden baştan reddedilebilirdi.

2. Güney içtihadı: Semerkand, Suriye, Mısır, Endülüs ve başka yerlerde doğrudan güneye bakan camilere rastlanmaktadır. Bu içtihadın temeli, Medine de namaz kıldıran Peygamberin (a.s) Mekke’de bulunan Ka’be için güneye yönelmesi olarak açıklanıyor. Doğrudan Peygamberi taklit etme gayreti bunun iyi bir açıklamasıdır. Bunu reddeden ve Petra’yı savunanların cevap araması gereken soru: Niçin kuzey içtihadı yok? Bir tanecik olsun, Mekke ‘nin hizasında olmadığı çok bariz belli olduğu halde doğrudan kuzeye yöneltilmiş cami gösterebilirler mi? İslam gerçekten Petra’da doğsaydı taklit gayreti yüksek olan bazı grupların Kuzey içtihadında olması gerekirdi.

3. Yakın camiler ne söylüyor? Mekke’nin yakınında olupta açıkça Mekke yerine Petra’yı tercih etmiş tek bir cami bile yoktur. Mekke’den uzak yerlerde ki, Petra’ya bakıyormuş gibi gösterilen camilerinde bir çoğu için hangi geleneksel yöntemlerle aslında Mekke’yi hedefledikleri gösterilebiliyor. Hadi tabloyu Petra üzerinden okumayı deneyelim. Petra’nın hemen yakınında olupta açıkça Mekke’yi tercih etmiş cami örnekleri bulunuyor. Petra’ya en büyük hassasiyette bakan cami örnekleri ise hem Petra’nın hem Mekke’nin kuzeyinde bulunduğundan rahatlıkla aslında Mekke’ye yönelmeye çalıştıklarını söyleyebiliyoruz.

4. Halkın dindarlığı ne söylüyor? Gideon Avni’nin çalışması bu konuda çok değerlidir. Bedevilerin bir tepe başına inşa ettiği ve resmi devlet görevlileri ile ilişkisi olmayan üç tane yarım duvardan ibaret ve harcı/çimentosu bile olmayan bu açık mescidlerin yön tercihi ve ait oldukları dönem Petra tezini tamda kalbinden vurmaktadır.

5. Endülüs delili : Abbasiler isyan çıkarıp Emevi başkentini ele geçirirken Emevi halifesinin soyundan birisi kaçarak İspanya ya gidiyor ve bu eyalette kendi bağımsız devletini kurup Endülüs Emevi devleti başlamış oluyor. Hem halifelik iddiasına hem de Emevilerin devamı olma iddiasına sahiptiler ve aslında Emevilerin devamı olmaları konusunda haklıydılar. Kurtuba’daki 784 ‘te Endülüs Emevilerince inşa edilmiş büyük caminin kıblesine Gibson tarafından getirilmeye çalışılan açıklama tümüyle temelsizdir ve bu kıble yönü Emevilerin kıblesinin Mekke’deki Ka’be olduğunu ortaya koymaktadır. Şu halde nasıl Emevilerle Abbasilerin farklı kıblelerinin olduğu söylenebilir? Ayrıca farklı dönemlerde Endülüs coğrafyasında yetişmiş farklı alimlerin yazdıkları eserlerde Ka’be’nin Mekke’de olduğu açıkça ifadesini buluyor. Bu alimler arasında Emevilere kısa süreliğine vezirlikte yapmış olan İbn-i Hazm ‘da var. Bu bölgeye Abbasilerin hiçbir dönemde erişememiş olması, buranın şahitliğini konu açısından değerli kılıyor. Dahası buranın ilk üç yüz yılının Emevilerin elinde şekillenmesi ve sonrasında da bölgede kurulan devletler içerisinde Al-Muvahhidun devletinin Halifelik iddiasında olması ve yaklaşık 100-120 yıl hükmetmesi yani buradaki yaklaşık 780 yıl süren Müslüman varlığının çoğunluğu boyunca buraya hakim olan sultanların Halifelikte iddia etmiş olmaları gibi durumları da hesaba katarsanız Endülüs coğrafyasından gelecek verinin konu açısından önemli olduğunu daha da iyi görürsünüz.

Endülüs coğrafyasından kalma bir Kur’an Nüshasında Fetih Suresinin 24-25. Ayetleri tıpkı elimizdeki Kur’an nüshalarında olduğu gibidir ve Ka’be’nin Mekke de olduğunu delillendirmektedir.

Endülüslü Coğrafyacı El-İdrisi’nin Dünya haritasında Hicaz’ın nasıl da Dünya’nın merkezinde olduğunu gösterdik.

Emevilerin uzun süre yönettiği ve Abbasilerin hiç erişemediği Endülüs coğrafyasından konu hakkında elde edebildiğimiz tüm veriler bu coğrafyada kıblenin başından beri Mekke ‘de ki Ka’be olduğunu gösteriyor. Çeşitli içtihadlar kullanılmış olup camiler, doğrudan güney yönü dahil çeşitli yönlere bakmakta olmasına rağmen Petra’ya bakan tek cami yoktur.

Sadece Endülüs verileri bile bu berbat tezi reddetmek için yeterli sayılmalıdır.

6.Iraktaki arkeolojik kanıt : Irak’ta ki 702 veya 706 yılına tarihlenen caminin en eski yöneliminin kış gün batımına doğru olduğu tespit edilmiştir ki bu durum, orta çağ el yazmalarında görülen kıble belirleme tekniğine uymaktadır. Bu da, Prof. King’in açıklamalarının arkeolojik kanıt bulması anlamına geliyor.

7. Gibson ‘ın varsayımlarının bilim tarihiyle çelişmesi: Eldeki tüm belgeler Müslümanların zaman içerisinde bilimde ve coğrafyacılıkta ilerlediklerini gösteriyorken Gibson’ın mantığına göre en baştan küresel trigonometrik çözümler üretecek derecede matematik bilmeleri gerekiyor. Eğer öyle olsaydı ve Hz. Peygamber zamanında, ileri coğrafi bilgilere küresel trigonometrik formüller uygulanıp kıble bulunuyor olsaydı tüm o gözlemlediğimiz geleneksel kıble içtihadları türememiş olurdu. Dahası hadislerdeki büyük tolerans aralıkları da, başlarda imkanların çok sınırlı olduğunun delilidir. Zaten Kur’an o toplumu Ümmi olarak nitelemiştir. Hadis rivayetlerinde de geri kalmışlık ve okuma yazma oranının düşüklüğü delillendirilmektedir.

Tüm bunlar dikkate alındığında cami kıbleleri açıkça Mekke’yi ıspat edip Petra tezini çürütmüş oluyor.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder