Petracıların Hristiyanlık Çıkmazı

 Petra  şehrinin halkı,  henüz  Hz.  Muhammed (a.s) Dünya'ya  teşrif  etmeden  önce  putperestlikten  Hristiyanlığa  geçmişlerdi.  Bu durum  çoğu  kişinin ıskaladığı önemli  bir durum.  Öyle ki,  Petra  tezinin  çürütülmesi  için belki de bu  sayfada  sunacağımız bununla ilgili   argümanın  dışında  başka  bir şeye ihtiyaç   bırakmıyor  olabilir.  Argümanımız şu  şekilde  kurulmuştur: Öncelikle  Petra tarihine  ve  arkeolojisine  bakıp  Hz. Peygamberin doğumundan  önce şehrin  bir  Hristiyan  şehrine  dönüştüğünden  emin  olacağız.  Sonra  Kur'an-ı  Kerim'e  bakıp  hz.  Peygamberin  doğup  mücadelesini verdiği  şehrin  Hristiyan  değil bir   putperest  şehri  olduğunu gösteren  ayetleri  ortaya koyacağız.  Son  olarakta  tespit  ettiğimiz  ayetlerin  Abbasi  öncesi  Kur'an  nüshalarında da  mevcut  bulunduğunu  göstererek Petracıların  muhtemel  bir  itiraz retoriğini engelleyecek ve  ıspatımızı  tamamlayacağız. 

Petra'nın  Hristiyan  Halkı

Aşağıdaki  videoda Erkan Trükten  bey Petra şehrinin Hristiyanlaşma sürecini  anlatıyor  ve Hz.  Peygamberin (a.s) doğumundan  önce Petra  şehrinin  tam  bir  Hristiyan  şehri  haline  geldiğini  delilleri  ile  birlikte ifade  ediyor. Lütfen diğer bölüme  geçmeden  önce videoyu  izleyiniz.


Kur'an  Ayetleri Üzerinden  Meselenin  İncelenmesi 

1.       Hz. Peygamberin doğduğu şehirde Hristiyanlığın değil putperestliğin hakim olduğu gerçeği sadece İslam  tarihçilerinin kitaplarından  değil Kur’an-ı Kerim den de destek bulan  bir şeydir.



Örneğin:

Necm Suresinde 18 ile 24. Ayetler arasında   mealen buyuruluyor ki:

﴾19-20﴿

 Gördünüz değil mi (âciz durumdaki) Lât’ı, Uzzâ’yı ve üçüncüsü olan diğerini, Menât’ı?

﴾21﴿

 Erkek çocuklar size de kız çocuklar O’na öyle mi?

﴾22﴿

 Ama o takdirde bu insafsızca bir taksim!

﴾23﴿

 Bunlar sizin ve atalarınızın putlara taktığı boş isimlerden ibarettir. Allah onlara öyle bir yetki ve güç vermemiştir. Onlar (putperestler) sadece kuruntularına ve kişisel arzularına uyuyorlar. Oysa şimdi onlara rablerinden bir yol gösterici gelmiş bulunmaktadır.

 

Tekrar hatırlatmak istiyorum, Hz. Peygamberin zamanına kadar gelindiğinde Petra şehrinde çoktan putların devri kapanmış ve hatta paganların tapınakları Hristiyan mabedlerine çevrilmişti.

 

Tapınaklardan pagan işaretleri kaldırılmış ve duvarlara haçlar kazınmıştı, petranın 7. Yüzyılı işte böyle bir dönem.  Oysaki 7. Yüzyılda inen Kur’an Lat, Uzza ve Menat putları hakkında, Müşriklerin inançları hakkında eleştiri yapıp gönderilen elçiyi savunuyor. Şu halde vahiy nasıl Petra’ya inmiş olabilir? Üstelik tek örnek, bu ayetten ibaret de değil.  Diğer ayetlere  bakmadan  önce, Hz.  Peygamberin  yaşadığı  zaman  aralığı  hakkında  şüphe  oluşturmak  isteyenlere  karşı,  aşağıdaki  yazı linkini  paylaşmayı  uygun  görüyorum.  

 

 Saffat suresinin mealine  bakacak olursak,  giriş açıklamasında Mekkî bir sure olduğu yazar. Yani Hz. Peygamber Medine’ye hicret etmeden önce Mekke döneminde indirilmiştir.  bu sebeple konumuz açısından kanıt niteliğindedir.

Surenin ilk 15 ayetinde Allah’ın tek olmasından , göğün şeytanların kulak hırsızlığından korunmasından ve ilahi işaretler karşısında inkarcıların büyü iftirası atmasından bahsedilir.

16. ayetin mealinde  yeniden dirilmeyi reddedenlerden bahsediliyor

﴾16﴿

 Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz?

﴾17﴿

 Geçmişteki atalarımız da mı?"

﴾18﴿

 De ki: "Evet, hem de burnunuz yere sürtülerek!"

﴾19﴿

 Kuşkusuz o, birtek korkunç sesten ibarettir; bunun ardından onlar şaşkınlıkla etrafa bakıyor olacaklar!

﴾20﴿

 "Eyvah" diyecekler, "İşte hesap günü!"

Siz hiç yeniden dirilmeyi reddeden bir Hristiyan gördünüz mü? Burada Hz. Peygamberin muhataplarının putperestler olduğu ortaya çıkmaktadır.

21. ayetin mealinde : I

﴾21﴿

 Evet, bu, asılsız olduğunu savunduğunuz yargı günüdür.

Bu ayetteki  Yargı gününü inkar edenler Hristiyanlar mı yoksa Putperestler midir?

 

Sıradaki ifadeye dikkat edin:

﴾22-23﴿

 (Allah, görevlilere buyurur:) "Toplayın o zalimleri, onların 

yoldaşlarını ve Allah’ın dışında taptıklarını; hepsini 

cehennemin yoluna sürün!"

Dikkat edin  “Allah’ın dışında taptıklarını; hepsini cehennemin yoluna sürün!" ifadesi geçiyor. Hristiyanlar Allah’ın dışında Hz. İsa’ya taptılar ki onun Cehennem’e sürülmesini nasıl düşünebiliriz?  Elbetteki surenin bu ayetteki muhatabı da yine putperestler olmalıdır.

Nitekim ayetin analizini yaparsanız:

Gramer itibariyle,  “o zalimleri” anlamı taşıyor ki, buda onların kimler olduğunu anlamak için önceki ayetlere bakmanızı gerektirir.  Önceki ayetlerde ahreti inkar eden hatta alaya alan kimselerden bahsedilmişti. 

 

35 ila 37. Ayetlerin  mealine bakarsak:

﴾35﴿

 Ne zaman onlara, "Allah’tan başka tanrı yoktur" denilse küstahlık edip kibre kapılırlar.

﴾36﴿

 "Cinlere kapılmış bir şairin sözüyle tanrılarımızı mı bırakacağız!" derler.

﴾37﴿

 Aksine o, gerçeği getirdi, Allah’ın diğer elçilerini de doğruladı.

“bir şairin sözüyle tanrılarımızı mı bırakacağız” diyorlar.

  Dikkat edin “Tanrılarımızı”/”İlahlarımızı” diyorlar. Karşıda 

muhatap olarak Müşrik putperestler var.

Cehennem azabından ve Cennet nimetlerinden bahsedilen ayetlerden sonra 50-61 arasında yeniden dirilmeyi, inkarın sonucunu ve iman edenlerin güzel akıbetini betimleyen cümleleri görüyoruz.

62 ila 68  ayetlerinde cehenneme ait durumları betimleyen cümleler bulunuyor.

69 ile 74.  ayetlerin mealinde: inkarcıların sapıtmış olan atalarının izinden gitmesi durumu eleştiriliyor ve geçmişteki sapıtan kimselere de  peygamber gönderildiği ifade ediliyor.

75-82 aralığında Hz. Nuh’tan bahsediliyor ve biliyoruz ki Kur’an Hz. Nuh’un putperestlerle mücadelesini çok açık şekilde ifade eder.

Ardından hz. İbrahimden bahis açılır.  Hz. İbrahim’in putlarla

 alay etmesi, onlara vurması ve putperestlere yönelttiği eleştiri

 açıkça ifade edilir.  Sonra Hz. İsmail ve Hz. İshak’tan 

bahsedildikten sonra,  Hz. Musa ve Hz. Harun hatırlatılır. 116. Ayetin mealinde 


116﴿

 "Onlara yardım ettik ve bu sayede galip çıkanlar onlar oldu.”  

Cümlesi geçer ki biz mücadelenin putperest ve müşrik  antik Mısırla yapıldığını biliyoruz.  

123-132 arasında  Hz. İlyas ve mücadelesinden bahsedilir ki, şu ayetin mealine dikkatinizi çekmek isterim:

﴾125-126﴿

 "En güzel yaratanı, sizin de geçmişteki atalarınızın da 

rabbi olan Allah’ı bırakıp Baal’e mi taparsınız?"

Dikkat edin peş peşe putperestlerle mücadele eden peygamberlerden açık örnekler veriliyor.


Ve Hz. Lut’tan bahsediliyor.

137 ve 138 . ayetler petracıların  çarpıtarak Petraya delil haline getirmeye çalıştığı ayetlerdir.  Aşağıda açıklamalar kısmında verilen linkten buna olan cevabımızı okuyabilirsiniz. Konu bütünlüğünü bozmamak için  bu  iki ayeti  bu yazıda değerlendirmeyeceğiz. Bay Gibson'ın bu  sure içerisinden  sadece bu iki  ayeti seçmesi ve  sure  genelinin kendi  tezinin  aleyhine olduğunu görmezden  gelmesinin  de vurgulanması  gereken  birşey  olduğunu  düşünüyorum ve  aşağıdaki  linkten  ulaşacağınız  açıklama  size  bu  iki  ayetin  hiçte  Petracıların  düşündüğü  şekilde  Petra  lehine  bir delil  olmadığını  gösterecektir. Tavsiyem  şimdilik  bu  iki  ayetin açıklamasını  erteleyerek  bu  yazıya  devam  etmenizdir  ve  zaten hemen  aşağıdaki  linki,  konu  bitimine de yapıştırılmış  halde  bulabilirsiniz.

https://komplopetra.blogspot.com/2019/02/lut-kavminin-bolgesi-hz-peygamberin.html



Ardından Hz. Yunus’un hikayesi anlatılır. Hikaye 148. Ayette bitirildikten Sonra 149. ayete geldiğimizde

﴾149﴿

 Şimdi onlardan şunu cevaplamalarını iste: Kız çocukları rabbinin de erkek çocukları mı onların!

Doğrusu Hristiyanlar Yüce Tanrı’ya tek bir çocuk isnad ettiler. O da erkek bir çocuk. Peki Hz. Muhammed’in karşısındaki Allah’a (haşa) kız çocukları olduğunu isnad eden ve ayetlerle eleştirilen kişiler Hristiyan mı yoksa putperest olarak mı düşünülmelidir.  Açıktırki burada Hz. Peygamberin karşısındaki kişiler Hristiyanlar değildir. Meleklerin (Hâşâ) 'Allah'ın kızları' olduğunu  iddia  eden  ve  Hz. İsa'ya da inanmayan putperestlerin ayetlerin ilk muhatabı oldukları anlaşılıyor.  Hemen  sonraki   ayetlerin  mealinde  deniyor  ki:


﴾150﴿

 Yoksa biz, gözlerinin önünde melekleri dişi olarak mı yarattık?

﴾151-152﴿

 İyi bilin ki onlar, sırf kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk sahibi oldu!" diyorlar. Onlar katıksız yalancıdırlar.

﴾153﴿

 Allah, kızları oğlanlara tercih mi etmiş!

﴾154﴿

 Ne oluyor size? Nasıl yargıda bulunuyorsunuz?

﴾155﴿

 Hiç düşünmüyor musunuz?

﴾156﴿

 Yoksa açık bir kanıtınız mı var?

﴾157﴿

 Eğer gerçekten doğru sözlü iseniz belgenizi getirin.

 

 Yukarıda  mealini verdiğimiz ayetlerden  152.  ayet için mealleri  karşılaştırdığımızda meallerin  bir  çoğunun  "çocuk  sahibi  olmak"  yerine "doğurmak"  ifadesini  tercih  etmiş  olduğu  görülüyor.  Örneğin  Elmalılı  Mealinde 152  şöyledir:

152

«Allah doğurdu» derler ve elbette bunlar yalancıdırlar.

Dilerseniz  aşağıdaki linkten  bu ayet için  mealleri  kıyaslayabilir  ve  kelime  analizine  bakabilirsiniz:

https://www.kuranmeali.com/Elfaz.php?sure=37&ayet=152

Kuşkusuz  Hristiyanların Tanrı  tasvirleri  doğuran bir  tanrı şeklinde değildir.  Aksine   erkek cinsiyetinde  bir tanrı  tasavvur  ettikleri  görülmektedir.  Bu  Hrsitiyanlığın  tahrif  olduğu  ilk  zamandan  beri  böyledir.  Aksi  halde  Hz.  Meryem'in  bir  önemi  kalmaz. (Teslisçi Hristiyan  mantığı  içerisinde)  Bu noktada şunu da belirtmem  gerektiği  kanaatindeyim, Allah hakkında putperestler  muhtemelen  fikir birliği  içerisinde  değildi. Ona  cinsiyet  atfedenlerin  bazıları  dişi  bazıları erkek olarak  düşünmüş  olabilir. Nitekim  "Allah" isminin  gramer  olarak  eril  formda  olduğu  ifade  ediliyor.  Nouman  Ali  Khan dan  dinlediğim kadarıyla    Arapça 'da bir  varlık  eğer  dişi  ise  gramerinde  dişil  formda  olması  gerekiyor  ancak eğer bir varlık  dişi olmamanın  yanında  erkekte değilse   yine de  kelimenin eril  formda kullanılması mümkün  oluyor.  Yani  tersten  bakarsak  bir  kelime  eril  formda  ise  bu  onun  erkek  olarak  düşünüldüğünü  ıspatlamaz ama bir  varlık  eğer  dişi  ise  mutlaka  dişil  formda  ifade  edilmesi gerekiyor.  152. ayete  çocuğu  alimin  verdiği  anlam  dikkate  alınarak,  cahiliye  putperestlerinin  en  azından  bir  bölümünün Allah'ı  bir  anne gibi  düşündüğü fakat  kelimenin  eril  formda  olmasından da  herkesin  bu  fikirde  olmadığı  yorumu  yapılabilir  sanıyorum.

Yukarıda  siyah  arka  fonla  dikkat çektiğim  153.  ayet de    muhatap  kitlenin  Hristiyan  olmadığına   dair  büyük  bir  delildir:

(153)

 Allah, kızları oğlanlara tercih mi etmiş!


157. ayetin  farklı  çevirileri üzerine de konuşmakta  fayda  görüyorum.

﴾157﴿

 Eğer gerçekten doğru sözlü iseniz belgenizi getirin.

Başka  bir  mealde ise  şöyle  çevrilmiş:

Elmalılı Meali 
(Orijinal):

O halde getirin kitabınızı sadıksanız



Bu ayet  karşıdaki  muhatap  kitlenin  bir kitaba  sahip  olduğunu mu  ifade  ediyor yoksa ellerinde  vahye  dayanan bir  kitap  olmaksızın ,   uydurmacadan  ibaret   bir  şeyler  iddia  ettikleri  gibi  bir  anlamı  mı  kastediyor? Bu  soru  cevapsız  kalmıyor  ve  167-168.  ayetlerde kesin  bir cevap  buluyor  ve  anlıyoruz  ki  karşıdaki  kitle kitap  ehli  değil.


Yine putperestliğe işaret  eden ayetler:

﴾158﴿

 Onlar Allah ile görülmez varlık türleri arasında da bir soy birliği yakıştırdılar. Oysa bu varlıklar iyi biliyorlar ki kendileri de mutlaka hesap yerine götürüleceklerdir.

﴾159﴿

 Allah, o inkârcıların isnat ettikleri niteliklerden münezzehtir.

İster  Sümer-Babil  paganizmine bakın  ister Antik  Mısır  paganizmine yahut   Roma paganizmine  veya  isterseniz  Hint  paganizmi  gib  daha  uzaklardaki  paganizmlere bakarsanız  çoğunlukla   göreceğiniz şey yeri  ve  göğü  yaratan  herşeyin  kaynağı  olan  bir  Asıl  Tanrı düşüncesi  mevcut  olmakla  birlikte  bu  kaynak tanrının  çocukları  olduğunu ve çocuklarında evlat  edindiği  yahut daha  küçük  tanrılara hükmettiği  ve  böylece  görünmeyen bir  krallığa  inanıp  çeşitli  kademe  'tanrılara' da  farklı  ihtiyaçlar  için  adaklar sunup  ibadet  ettiklerini ve  bu  görünmez  dünyayı hiyerarşik  ve  soy  bağına  dayanan  bir  şekilde tasvir  ettikleri  gerçeği  ile  karşılaşırsınız.  158.  ayet  Hristiyanlığı mı  işaret  ediyor  yoksa  Putperestliği  mi?

Kitapsızlar

Hz.  Peygamberin  karşısındaki  kitlenin  kitap  ehli  olmadığının  kanıtı:

﴾167﴿

 O putperestler hep şöyle derlerdi:  (putperestler aslında parantezde olmalıydı)

﴾168﴿

 "Elimizde öncekilerden gelmiş bir kitap bulunsaydı;

﴾169﴿

 Elbet biz de Allah’ın hâlis kulları olurduk."

﴾170﴿

 Ama şimdi bu kitabı (Kur’an) inkâr ediyorlar! Yakında her şeyi öğrenecekler!

Ayetlerde  geçen  kelimelere daha  yakın olan ve  daha  az  yorum  katılmış olan  Elmalılı  meali  ise  şöyle:

167

Ve gerçek avvel şöyle diyorlardır:

168

«eğer yanımızda evvelkilerinkinden bir zikrolsa idi

169

Her halde Allahın ıhlâs ile seçilmiş kullarından olurduk

170

Fakat şimdi ona küfrettiler, artık ileride bilecekler


Ayette  geçen  "zikr" in kitap  olarak  yorumlanması  doğru mudur? Kelimenin  bu  şekilde  düşünülmesi  için  iyi  sebeplerimiz  var  mı? Evet var.  Aşağıdaki  ayet  meallerine  bakalım.  Öncelikle ayetlerin Arapçasını  ve mealini veriyorum. Ardından kelime  analizini  veriyorum. Böylelikle   okuyucunun  daha  emin olmasını  sağlayacağımı  umuyorum.

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

﴾43﴿

 Senden önce de ancak kendilerine vahiy indirdiğimiz kişileri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız bilgi sahibi olanlara sorun.

Diyanet "ehlezzikr"  ifadesini bilgi  sahibi  olanlar  olarak  yorumlamış  ancak Elmalılı  mealinin  daha  az  yorum katarak:

Senden evvel de Resul olarak başka değil, ancak kendilerine vahy veriyor idiğimiz erler göndermişizdir, ehli zikre sorun bilmiyorsanız.

Ayetin  bağlamı  düşünüldüğünde, Hz.  peygamberin  öncesindeki  peygamber olarak  gönderilmiş  insanlar  hakkında, kendisinden  bilgi  alınması  istenen "ehli zikir"  kimselerin  ehli  kitap kimseler  olması veya ehli kitabı kapsayacak  şekilde  yorumlanması,   aklen  bir  zorunluluktur  diye  düşünüyorum( Çünkü  başka  türlü  kim  nereden  bilebilir?)  ve hemen  sonraki  ayete de  bakacak  olursak:

﴾44﴿
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ 

 O peygamberleri apaçık delillerle ve kutsal metinlerle gönderdik. İnsanlara indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler diye sana da uyarıcı kitabı indirdik.

Elmalılı Mealinde:

Beyyinelerle ve kitablarla; sana da bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni nâsa anlatasın ve gerek ki tefekkür edeler.

Şimdi  her  iki  her  iki  meali  ve  Arapça  orjinal kelimeleri de   dikkate  alarak yorumlamaya  çalışırsak:

Peygamberimizden (a.s)  önceki   peygamberler   için  bilgi  alınması  istenen kimseler  "ehli zikir"  olarak  nitelenmişti.  Hemen  sonrasındaki  ayette maalesef  Türkçe  cümle  çevirisine  yansıtılması  oldukça  güç bir  faktör  var ve Diyanetin  bunu  gözeterek  uzun  ve  yorumlanmış  bir  cümleyle  sunmuş olması  yerinde  bir  tercih  olmuştur.  Arapça  orjinalinde 44.  ayetin  ilk  iki  kelimesinden  sonra  duraklama  işareti  vardır.  Aşağıda ki  resimde dikkat  çekmeye  çalıştım:


Yani  43.  ayeti  okuyupta  "zikir  ehline"  sorulması söylendikten  sonra 44. ayeti  okumaya başlayıp ilk  iki  kelimeyi  okuduktan  sonra  durup düşünmek  tavsiye  buyruluyor.  Peki  bu  nasıl  bir  anlam  katar? isterseniz  kelime analizine de  bakalım:




Burada  durup  bu iki  kelimenin  manası üzerine  düşünüp  ayete  devam  edildiğinde Diyanet'in  mealinde  doğru  bir  yorumlama  yapılmış  olduğu görülecektir.  Yani benim  anladığım,

ehli  zikre sorun. Çünkü onlar    "beyyinat"   ve  "zubur" ile gönderilmiş peygamberlere indirilmiş  zikirden/vahiyden parçalar  ellerinde  bulunduruyorlar. Bu  yolla  size   cevap  verebileceklerdir.  

şeklinde  yorumlanabilir diye  düşünüyorum ve  ayetin  duraktan  sonraki  cümlesinde  ise  "Sana da  Zikr'i  indirdik" diye  çevrilen  ifade  mevcuttur ki Diyanet'in bu ayeti,  durak  işaretini  dikkate  almak  suretiyle  iki  ayrı  cümleye ayırarak  getirdiği  meali  tekrar  hatırlatmakta  fayda  görüyorum:

 O peygamberleri apaçık delillerle ve kutsal metinlerle gönderdik. İnsanlara indirdiklerimizi kendilerine açıklaman için ve (ola ki üzerinde) düşünürler diye sana da uyarıcı kitabı indirdik.

zikir  kelimesinden  vahiyle  inen  kitapların   anlaşılması  uygun  görünüyor  ve  aslında  Diyanet'inde  bunu  benimsediği  açıkça görülüyor. Yine de  tatmin  olmamış  olabilecek  kimseler  için  bir  delil  daha  sunalım:

Enbiya  suresi  105. ayet:

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ 

meali:
﴾105﴿
 Andolsun zikirden sonra Zebûr’da da, "Yeryüzü iyi kullarıma kalacaktır" diye yazmıştık.

Dikkat  edilirse  "Tevrat"  gelmesi  beklenecek  yerde "Zikir" kelimesi  tercih  edilmiştir.   Zebur dan  önce  gönderilen  kitap  Tevrat'tır.  Ayrıca bu cümlede ifade  edilen  müjdenin   "Zikir'den  sonra Zeburda da" yazıldığı  ifade  edilmiş ki buradan  "zikir" in yazılı  bir  kaynak  olduğu, yani  bir  kitap  olduğu  anlaşılmaktadır.  (En doğrusunu  Allah  bilir.)  

 Kur'an ın,  Yüce Allah 'ın korumasında olduğunun  bildirildiği  ayette de,  Kur'an yada  kitap kelimesi  yerine "Zikir"  kelimesinin  tercih  edildiği  görülmektedir.  

Hicr  Suresi  9.  Ayet:

اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 

﴾9﴿
 Kesin olarak bilesiniz ki bu
kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.

Bu kadar  örneğin  yeterli  olduğunu  düşünüyorum  ve  buraya  nerden geldiğimiz  hatırlatmak  istiyorum.  Saffat suresinin aşağıda  meali  verilen  ayetlerini anlamaya  çalışıyorduk:

168

«eğer yanımızda evvelkilerinkinden bir zikrolsa idi

169

Her halde Allahın ıhlâs ile seçilmiş kullarından olurduk

170

Fakat şimdi ona küfrettiler, artık ileride bilecekler

Yani  peygamberin  karşısındaki muhatap  topluluk kendilerine indirilmiş  bir  kitap  olmamasından  yakınmakta  oldukları  halde Kur'an    indirildiği  vakit onu inkar  etmişler. 

Vurgulayıp  ıspat  etmeye  çalıştığımız şey Kutsal  Şehirdeki, Hz.  Peygambere  muhalefet  eden  halkın    kitapsız  bir  halk olmasıydı. (İstisnai  şahıslar  halkın  geneline  yönelik  vurguladığımız  kaydı  bozmaz.) Bu surenin  Mekkî  oluşunu  ve  en  başından  beri ifadelerin putperestlere  dönük olduğunu  tekrar  hatırlatmakta  fayda  görüyorum.

182 ayetlik Mekkî bir sure, en başından sonlarına kadar Tevhidi anlatıyor ve   putperestlerin  karşıda muhatap konumunda olduğunu gösterir çok  sayıda ayet içeriyor. Karşıda Hristiyanların bulunduğuna dair tek emare göremedim. Böyleyken İslam’ın doğduğu şehir  nasıl olurda bir putperest  şehiri değilde, Petra gibi bir Hristiyan şehri olabilir? Elbette  Petra  tezi ölü  doğmuş bir  tezdir.  


Sayın okuyucular, dilediğiniz Mekkî sureyi alın ve bu bakış açısıyla inceleyin, bu şekilde,  meselenin sadece Saffat suresiyle de sınırlı olmadığını bizzat kendiniz görebilirsiniz.  Ben sadece bir kaç örnek daha vererek bu bahsi geçmiş olacağım:



Necm  Suresi  mealinden:

﴾19-20﴿

 Gördünüz değil mi (âciz durumdaki) Lât’ı, Uzzâ’yı ve üçüncüsü olan diğerini, Menâtı?


﴾21﴿

 Erkek çocuklar size de kız çocuklar O’na öyle mi?


﴾22﴿

 Ama o takdirde bu insafsızca bir taksim!


﴾23﴿

 Bunlar sizin ve atalarınızın putlara taktığı boş isimlerden ibarettir. Allah onlara öyle bir yetki ve güç vermemiştir. Onlar (putperestler) sadece kuruntularına ve kişisel arzularına uyuyorlar. Oysa şimdi onlara rablerinden bir yol gösterici gelmiş bulunmaktadır.

Son  ayetin başka bir  mealini daha  vermekte  fayda  olabilir. 

 

Necm 23 : 

Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.

 


Enfal suresi 34,35. Ayetlerin meallerine bakacak olursak:

﴾34﴿

 Onlar, hizmet ve yönetimine ehil olmadıkları halde Mescid-i Harâm’a müminleri sokmazken Allah onlara niye azap etmesin? Mescidin hizmet ve yönetimine ehil olanlar gönüllerinde Allah korkusu taşıyanlardır, fakat onların çoğu bunu bilmezler.

﴾35﴿

 Beytullah’ın yanında onların namazı ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir. Madem öyle, küfrünüze karşılık azabı tadın!

Görüldüğü gibi, Beytrullah’ın bakım hizmetini elinde tutan ve müminleri Kâbe’ye yaklaştırmak istemeyen bir gruptan bahsediliyor ki, bunların namazı, ibadet ritüeli, ıslık çalmak ve  elçırpmaktan ibaretmiş. Siz Islık çalıp el çırparak ibadet yapmaya çalışan bir Hristiyan mezhebi biliyor musunuz yoksa bu da İslam'dan önce, Kabe’nin bulunduğu şehre, putperestlerin hakim olduğunu mu gösteriyor? Evet açıkça bunu kanıtlıyor.

 

Yani Kur’an’ın da tasdikiyle, Hz. Peygamberin doğduğu şehir, Kabe’nin bulunduğu şehir, o sırada putperestlerin hakim olduğu bir şehirdir. Şu halde Hristiyanların  Petra’sı  o şehir olamaz.

 

 Abbasiler Kur'an Nüshalarını Toplatıp   Yaktı  mı?

Dan  Gibson  'ın  bile  bu  kadar  saçma  bir  iddiası  yok. Abbasi  öncesine ait bir  kısmı karbon  testleriyle  tarihlendirilmiş  bir  kısmı da paleografik  metodlarla  tarihlendirilmiş  o kadar çok Kur'an Nüshası yada sayfası  mevcuttur ki Gibson dahî böyle  bir  şey  söylemeye  kalkışamıyor.  Aşağıda  vereceğim  linkten ulaşacağınız  sayfada  eski nüshalar  kısaca  tanıtılmaktadır. Eğer tarihlendirmelerine dikkat  ederek Abbasi  öncesine  ait  olanları  saymaya  kalkarsanız, niçin  Gibson'ın buna  cesaret  edemediğini  fark  etmiş  olurusunuz. 

https://www.islamic-awareness.org/quran/text/mss/

  

Ayrıca  Prof.  Tayyar  Altıkulaç  hocanın  çok  değerli  bir  çalışması  vardır. Dünyanın farklı  yerlerinde bulunan İslamın  birinci  yüzyılına   ait Kur'an  Nüshalarını  incelemiş  ve hem  günümüzde  elimizde  bulunan  Kur'an  ile  hem de  birbirleriyle  mukayese  ederek  kitaplaştırmıştır.  Bu ilk  yüzyıla  ait  nüshaların  birbirine ve  günümüz nüshalarına  uygunluğu gösterilmiştir.  Prof. Tayyar  Altıkulaç'ın eseri  için aşağıdaki  linkte biraz  daha  tanıtıcı  nitelikte  bilgi  bulabilirsiniz.

https://www.29mayis.edu.tr/tr/haber/dr-tayyar-altikulac-tan-ilk-mushaflara-isik-tutan-bir-eser

Biraz  araştırmayla Altıkulaç'ın çalışmasının gazetelerde  haber  olduğunu da  görebilirsiniz.

https://www.sabah.com.tr/gundem/2010/08/14/bir_harfi_bile_degismemis

Sabah  gazetesinin  haberinde şu  bilgiler  veriliyor:

"Taşkent, Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde bulunan mushaflar üzerinde de aynı çalışmayı yürüttüğünü belirten Altıkulaç, ''Bunlar hep ayrı ayrı coğrafyalarda henüz hicretin birinci asrı içinde yazılmış mushaflar. Mushaflar birbirleriyle tam bir paralellik içinde oldukları gibi, dünyanın her yerinde okunan Kur'an-ı Kerim'lerle de aynı paralelliği gösteriyorlar. Küçük, basit esasıyla ilgisi olmayan imla farklılıkları var ama esası ilgilendiren hiç bir şey yok. Ne fazla, ne eksik. Bu çok muhteşem ve huzur verici... Müslümanlar için çok önemli bir sonuç olarak değerlendiriyorum'' dedi.


Altıkulaç, çalışmalarının San'a mushafı üzerinde devam ettiğini belirterek, ''O da bitmek üzere, yakında matbaaya göndereceğiz'' diye konuştu."

 Peki neden bu  başlığı açtın  diye  soracak olursanız, bay Gibson Abbasilerin  Nüshaları  toplatıp  yaktığını  söylemiyor  ama hazırlattığı  berbat  belgeselin  yaklaşık  son  10  dakikası  boyunca Kur'an  hakkında  öyle  bir  anlatımda  bulunuyor ki dinleyicilerinin  onun etkisiyle,  onun ifade  ettiğinin de üstünde gerçek  dışı  süreçler  hayal  etmesi  beklendik  birşey ve  zaten böyle olduğunuda  görmekteyiz.  Maalesef  ülkemizdeki  bazı  Petracılar  Gibson'ın  bile  ağzına  alamadığı  ama  ima edip  düşündürdüğü  yalanları  seslerinin  eriştiği  yere  kadar  güçleri  yettiğince  yayamaya  gayret  ediyorlar.  

Bizler  Müslümanlar  olarak  Kur'an ın  korunduğuna  inanmakla  birlikte  bir  an  için  farz-ı muhal Petracılarımızın  dedikleri  hakkında bir  düşünelim.  Şayet  Abbasiler  Kabe'nin  yerini  değiştirip Petra'dan  Mekke'ye  taşımış  olsalardı  İslam  tarihi  ve Kur'an  üzerinde  de  değişiklik  yapmaları  gerekecekti.  Tabi  bunu  için  önce  eski  nüshaları  toplayıp  ortadan  kaldırmak  gerekecektir ancak  karbon  testlerinin  ve  diğer  tarihlendirme  yöntemlerinin de  gösterdiği  üzere Abbasi  öncesinden  kalan  çok  sayıda Nüsha  mevcuttur. Bu nüshalar farklı  adette sayfalarla  günümüze  ulaşabilmişlerdir.    Bu  nüshalardan  şimdilik  en  eskisi  kabul  edilen "Birmingham  Nüshası"ndan  geriye  kalan  yalnızca  dört sayfadır. Topkapı  Müzesindeki  Nüsha  ise Kur'an ın %99 unu  içermektedir. Yangınlar, sel  baskınları, işgaller,  iç savaşlar  vb. bir çok  etkeni  içeren  bir  tarihten  günümüze kalan  nüshaların  sayfa  adetleri  farklı  farklı  olsa da hepsi  şu  argümanımızı  desteklemektedir: Abbasiler  hiçbir  zaman  Kur'an  nüshalarını  toplatıp  imha  edip  yeni  nüshalar  yaymak  gibi  bir  ihanette  bulunmadılar.  Bunu göstermek  için  Birmingham  nüshasının geriye  kalan  4  sayfası  dahi  yeterlidir.  Çünkü eğer öyle bir  ihanet  olsaydı,  o  dört  sayfada  yanmış  olacaktı.  Kaldı ki  günümüze  kalan  onca nüsha  varken  ve Kur'an 'ın  tamamının  korunduğu ıspatlanabiliyorken bu  iddia  tümüyle  boştur.


Gibson'ın  belgeselinde  söylemeye çalıştığı   şey nedir?

 Bay Gibson da   biliyor ki, Petra  tezini  reddetmek  için Fetih  suresinde ki  Mekke'nin  isminin geçtiği ayet,  tek başına  yeterlidir.   Gibson bundan  kaçabilmek  için Abbasilerin,  bu  ayet  üzerinde bir  harflik değişiklik  yapmış  olmasının,  olası  kabul  edilmesi  gerektiğini  benimsetmeye  uğraşıyor ve  elbette  Eski  nüshalar  hakkında  yeterince  bilgi  sahibi  değilseniz  sizi  şaşırtması  muhtemeldir. Yukarıda sadece  bir  kaç ayetle  yetinmeyip  Saffat  suresinin  geneli  üzerinde inceleme  yapmamızın  sebebi  de  aslında bununla ilgiliydi.  Yani  eğer  Kabe  Petra'dan  gelmişse bunu  gizlemek  için  tek  bir  ayetin tek  bir  harfini  değiştirmek  kâfi  gelmeyecektir ve çok  sayıda  Mekkî  surenin çok sayıda  ayetinin değiştirilmesi  gerekecektir. Surelerin yarıdan  fazlası  ise  Mekkî'dir.  Allah'ın korumasına  inanmayan  bir kimse  dahi  kabul  edecektir  ki  bu  kadar büyük  bir  değişimi  gizlemek  için  eski  nüshaları  toplayıp  yakmaktan  başka  çare  yoktur fakat  açıktır ki  böyle  bir şey  hiç bir zaman  olmamıştır. Çok  sayıda  eski  nüshanın  sadece mevcudiyetleri bile buna yeter şahittir.  

Abbasiler Öncesine Ait Kur'an  Nüshalarından Sunulmuş, Bazı Doğrudan  Örnekler


Bu araştırma  uzun soluklu  ve  derin  bir  araştırma  olmadığı  için yukarıda  sunduğumuz  ayetlerin  yeteri  kadarını  eski  nüshalarda göstermekle  yetineceğiz. (Konuyu  ilgilendiren ayetler  yukarıdakilerden  ibaret  olmadığı  gibi  tüm  eski  nüshalar  genelinde  bir  araştırmada  yapılmamıştır sadece argümanımızı  ıspata  yetecek  kadarını  sunuyoruz.)

En  eski  nüshalardan  bir çoğu maalesef  bütün  halinde  günümüze  ulaşamamıştır.   Nüshaların  bize   ulaşan  parçaları, geniş ölçekteki, Prof.  Tayyar  Altıkulaç'ın  çalışması  benzeri çalışmalarla, Kur'an ın  tümüyle  korunduğunu  göstermek  için yeterli  olsalar da, biz  bu  kısa ve  dar  kapsamlı  çalışma  için  eski  nüshalar  üzerinden  sadece birkaç  doğrudan  örnek  göstermekle  yetineceğiz.  

1)

kaynak: https://www.islamic-awareness.org/quran/text/mss/soth.html

Codex Ṣanʿāʾ I – A Qur'ānic Manuscript From Mid–1st Century Of Hijra

açıklamasında  tarih aralığı için deniyor ki:

"Recently, three folios of DAM 01-27.1 manuscipt were also radiocarbon dated under the auspices of the Corpus Coranicum project. Folio 2 has been dated to 589–650 CE with 95.4% probability. Folio 11 has been dated to 611–660 CE with 95.4% probability. Folio 13 has been dated to 590–650 CE with 95.4% probability. Radiocarbon analyses of folios combinely date the codex to 606–649 CE with 95.4% probability"

Uygulanan Karbon  testlerine  göre, % 95 olasılıkla 650  veya  öncesine ait  olan  bu sayfalar topluluğu Abbasi  gölgesiyle asla itham  edilemez.  Yapılan tarihlendirmeye gör Dört Halife Dönemine  ait  olmaları  kuvvetle  muhtemeldir.  

kaynak sayfada yer alan tabloya göre: 8. surenin  ayetlerinden   28-43 aralığı günümüze ulaşmıştır. bu aralıkta hangi ayetler var diye diyanetin meallerinden birine baktığım zaman:

MEAL (KUR'AN YOLU)

Beytullah’ın yanında onların namazı ıslık çalmak ve el çırpmaktan ibarettir. Madem öyle, küfrünüze karşılık azabı tadın!﴾34﴿Onlar, hizmet ve yönetimine ehil olmadıkları halde Mescid-i Harâm’a müminleri sokmazken Allah onlara niye azap etmesin? Mescidin hizmet ve yönetimine ehil olanlar gönüllerinde Allah korkusu taşıyanlardır, fakat onların çoğu bunu bilmezler.﴾35﴿

Yani Kabe etrafında hakim  vaziyette bulunup, Müminleri oraya sokmayan ve onun hizmetini üstlenmiş grup, duası ıslık ve el çırpmaktan ibaret bir grupmuş.  Ne  dersiniz, sadece bu  bile  argümanımızı  ıspat  için yeterli değil  mi? 

Yukarıda,   Saffat suresinin konumuz açısından  delil  niteliğinde  olan  ayetlerine  dikkat çekmiştik. Dikkat  çekmiş  olduğumuz ayetlerden  bazılarının  bu  folyo topluluğunda  mevcut olduğu  anlaşılmaktadır. Çünkü tabloya  göre Saffat  suresinden  şu  aralıklar, bu  folyolarda  mevcuttur.  

37:38 – 37:59

37:73 – 37:88

37:102 – 37:134

37:134 – 37:172

 Saffat  suresinin, bu  aralıklara  denk  gelen ve  açıkça  Petra  iddiasının aleyhine  olan   ayetlerinin  hangileri olduğuna bakalım. (Yani  meallerini hatırlayalım)

﴾149﴿

 Şimdi onlardan şunu cevaplamalarını iste: Kız çocukları rabbinin de erkek çocukları mı onların!

﴾150﴿

 Yoksa biz, gözlerinin önünde melekleri dişi olarak mı yarattık?

﴾151-152﴿

 İyi bilin ki onlar, sırf kendi uydurmaları olarak, "Allah çocuk sahibi oldu!" diyorlar. Onlar katıksız yalancıdırlar.

Elmalılı 152«Allah doğurdu» derler ve elbette bunlar yalancıdırlar.

﴾153﴿

 Allah, kızları oğlanlara tercih mi etmiş!

﴾154﴿

 Ne oluyor size? Nasıl yargıda bulunuyorsunuz?

﴾155﴿

 Hiç düşünmüyor musunuz?

﴾156﴿

 Yoksa açık bir kanıtınız mı var?

﴾157﴿

 Eğer gerçekten doğru sözlü iseniz belgenizi/kitabınızı getirin.

﴾158﴿

 Onlar Allah ile görülmez varlık türleri arasında da bir soy birliği yakıştırdılar. Oysa bu varlıklar iyi biliyorlar ki kendileri de mutlaka hesap yerine götürüleceklerdir.

﴾159﴿

 Allah, o inkârcıların isnat ettikleri niteliklerden münezzehtir.

﴾167﴿

 O putperestler hep şöyle derlerdi:  (putperestler aslında parantezde olmalıydı)

﴾168﴿

 "Elimizde öncekilerden gelmiş bir kitap bulunsaydı;

﴾169﴿

 Elbet biz de Allah’ın hâlis kulları olurduk."

﴾170﴿

 Ama şimdi bu kitabı (Kur’an) inkâr ediyorlar! Yakında her şeyi öğrenecekler!


2)

Tübingen  Nüshası

kaynak: http://www.kuramer.org/.../diger-nushalar/tubingen-nushasi

Kuramer( ist. 29 May. Üni. Kuran Araştırmaları Merkezi) 'in sayfasında Tübingen nüshasından bahsediliyor.

Burada verilen bilgiyi  aynen  alıntılıyorum. Bu nüsha  için  deniyor  ki:

"yapılan karbon incelemesi sonunda, onun VII. asırda (29-56/649-675 yılları arasında) yazılmış olduğunun anlaşıldığı haberi3, 10.11.2014 tarihinde Üniversitesi’nin web sayfasında yer almıştır." 


Aşağıdaki paragraflarda  aynen alınmıştır:

"Tübingen Mushafı diye adlandırdığımız parçanın, Kur’an-ı Kerim’in yaklaşık %25’inden ibaret olduğunu gördük. Kur’an’ın yaklaşık %25’inin -arada herhangi bir yaprağı eksik olmaksızın- bu çeyrek nüshada yer alması, asıl ve tam nüshanın bilinçli olarak ve belli bir amaçla parçalandığını düşündürmektedir. Anlaşılan o ki, Tübingen Mushafı en az dört kişinin aynı zamanda Kur’an okuyabilmesi için dört parçaya bölünmüş, bir parçası aynı zamanda oryantalist olan bir diplomatın girişimiyle Tübingen Üniversitesi Kütüphanesi raflarında yerini almıştır. Kim bilir, diğer parçalar nerededir ve müslümanlar onlarla nerede ve ne zaman buluşacak veya onların nerede ve hangi Batılı ülkede olduklarının farkına varılacaktır.

Tübingen Mushafı’nın bu çeyrek bölümünde kayda değer neler gördüğümüze gelince; bugün okumakta olduğumuz mushaf nüshalarıyla aralarında ne gibi değişiklikler tesbit ettiğimiz sorusunun öncelikle akla geleceğini tahmin etmek zor değildir. Nitekim onun üzerinde yapılan özel sohbetlerin hemen ilk sorusu da bu olmuştur. Sahâbiler hayatta iken yazıldığı müsbet ilmin verileriyle ortaya konduğuna göre acaba bu Mushaf’ın bize söylediği yeni/farklı bir şey var mıdır? Sorunun cevabı kolay, açık ve kısadır. Esas metin ve karşılaştırmalı dipnotları incelendiğinde de görüleceği üzere, bazı kelimelerin elif’le veya elif’siz yazılması türünden -daha önce inceleyip neşrettiğimiz mushaflarda görülen- basit imlâ farkları, kezâ sınırlı sayıdaki kâtip sehivleri dışında kayda değer hiçbir farklılık bu Mushaf parçasında da yoktur."

Verdiğim linkten sayfayı  ziyaret  ederseniz, bu nüshanın  içerik  tablosunu vermiş  olduklarını görebilirsiniz.  Tablosuna bakıp İsra suresinin olduğunu gördüm ve miraç hadisesi ile senetül hüzün denen (Hz.  Peygamberin  hem  eşi  hem de  amcasının  vefat  ettiği)  yıl sebebiyle bu  surenin Mekkî olacağını düşünerek ayetlerini okumaya başladım. 35. ayet ve sonrası vardı nüshada. Aşağıya, tespit ettiğim ayetleri yapıştıracağım. Araştırmamı  oldukça sınırlı  ve  sığ  tuttum ve  Nüshada  çok daha  fazla  örnek  bulunması  muhtemeldir. 

Ayrıca  şunu da  söylemek istiyorum ki, bu sayfada sunulan makale Prof. Tayyar Altıkulaç'a   aittir.   Günümüz Kur'an  Nüshaları  ile karşılaştırma  yapılmış ve  ne gibi farkların olduğu teker teker verilmiştir. Yukarıda  belirtildiği  üzere.

"basit imlâ farkları, kezâ sınırlı sayıdaki kâtip sehivleri dışında kayda değer hiçbir farklılık bu Mushaf parçasında da yoktur."  

 Yinede  bahsi  geçen farkların  teker  teker  verilmiş  olması bu çalışma  açısından  ayrıca  güzeldir.  Çünkü ne  kadar  istesem de,  eski bir  nüshadan ilgili sayfanın  resmini göstererek, "işte bakın  burda  böyle  yazıyor" diye gösterme imkanım yok. En azından verilmiş  olan  tablo  sayesinde  tespit  ettiğim  ayetlerin imla  farklılıkları  yahut  katip  sehivlerinden  bile âri  olduğunu dolaylı  olarak  anlamış  oluyorum. Dileyen  sayfayı  ziyaret  ederek  bakabilir. Şimdi  İsra  Suresinden  Petra  tezinin  aleyhine  olan  bazı  ayetlere  bakalım:


İsra Suresi mealinden:

Rabbiniz erkek çocukları size seçip-ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz. ﴾40﴿

De ki: "Eğer onların iddia ettiği gibi, Allah'la beraber (başka) ilahlar olsaydı, o zaman o ilahlar da arşın sahibine ulaşmak için elbette bir yol ararlardı. ﴾42﴿

Kur'an okuduğunda, seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz. ﴾45﴿

Kur'an'ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur'an'da (ibadete layık ilah olarak) sadece Rabbini andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar. ﴾46﴿


Bak senin için ne türlü benzetmeler yaptılar da saptılar. Artık (doğru) yolu bulamazlar. ﴾48﴿

وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً

٤٩

Dediler ki: "Biz bir yığın kemik, bir yığın ufantı olduğumuz zaman mı yeniden bir yaratılışla diriltilecekmişiz, biz mi?" ﴾49﴿

(Ahireti inkar Hristiyanlıkta yoktur.)

"Yahut aklınızca, diriltilmesi daha da imkansız olan başka bir varlık olun, (yine de diriltileceksiniz.)" Diyecekler ki: "Peki bizi hayata tekrar kim döndürecek?" De ki: "Sizi ilk defa yaratan". Bunun üzerine başlarını sana (alaylı bir tarzda) sallayacaklar ve "Ne zamanmış o?" diyecekler. De ki: "Yakın olsa gerek!" ﴾51﴿

Hristiyanların bir taraftan  Hz.  İsa'nın ölüleri  diriltmesinden  bahsedip bir  taraftan da  ölümden  sonra  diriltilmenin  imkansız  olduğunu  savunması  beklenemez  herhalde. Karşıda  putperestler  olduğu  apaçık.

3)

https://www.islamic-awareness.org/quran/text/mss/topkapi.html

İstanbul Topkapı Müzesinde  %99 u  korunmuş olan  mushafta, yukarıda  dikkat  çekilmiş olan tüm  örnekler  yer alıyor. Bildiğim  kadarıyla  karbon testi yapılmış  değil. Paleografik yöntemlerle tarihlendirme yapılmıştır. Bu  nüsha  yüzyıllardır Hz.  osman'ın  Mushafı  olarak niteleniyordu.  Prof.  Tayyar  Altıkulaç  yaptığı  incelemede böyle  olmadığına  ve özellikle yazının taşıdığı  özellikler sebebiyle   Emevi  Dönemine  ait  olduğuna  kanaat  getirdi.  Her halikarda  Abbasilerden  önceki  bir  nüsha  oluşu, yukarıda  verilen  tüm  örnekleri  içermesi, Fetih  Suresindeki  "Mekke" isminin  geçtiği  ayeti de  içermesi  ve  Topkapı  müzesinde  yani  devletimizin bünyesinde  olması  sebebiyle  özellikle  bilinmesini  istedim. Ayrıca, Topkapı  Müzesinde,  yine  Kur'an ın  tamamına  yakınının  korunmuş  olduğu  bir  tane  daha  Mushaf  mevcuttur.   

Yeri  gelmişken Fetih  Suresinin 24.  ayetinden  bahsetmeden  geçmek  istemiyorum.

Fetih  24 ve  25.  ayetlerin mealine bakacak  olursak:


O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke'nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir. ﴾24﴿

Onlar, inkâr eden ve sizin Mescid-i Haram'ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını menedenlerdir. Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğnemeniz sebebiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı (Allah savaşı önlemezdi). Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elemli bir azaba çarptırırdık. ﴾25﴿

Başka  hiç bir şey  bilmeden sadece  bu  iki  ayete  bakıldığında dahi  şu  çıkarımlar  kolaylıkla  yapılabiliyor:

Müminler ile  karşı  taraf  arasında  bir  gerilim var  ve  Mekke  içinde  bir şekilde ( Hudeybiye anlaşması ile)  gerilim  sonlandırılmış. Karşı taraf Mescid  -i  haram 'ı  ziyarete  gelmiş  olan  müminleri  engellemiş  ve kurbanların  normalde  kesilecekleri  yere  getirilmelerine de  mani  olmuşlar.  Savaş  olması  halinde  Allah'ın  Müminlere  zafer  lutfedeceği  ancak  niçin  Allah'ın  iki  taraf  arasında sulh  takdir  etmiş  olduğu  ifadesini  buluyor.  Şimdi  kendinize  sorun  lütfen: Şayet o  sırada  Mescid-i  Haram  Petra da  ise  niçin gerilim Mekke  de  yada  Mekke  civarında  yaşanıyor  ve niçin   kurbanlıklar  Mekke'ye  getiriliyor? Harita  üzerinde  düşünebilirsiniz.



"Bekke"  başlıklı  yazımızın  içerisinde bu  iki  ayetle  ilgili  çok daha  geniş  bir  açıklama  bulabilirsiniz: https://komplopetra.blogspot.com/p/bekke-bir-baska-ayette-allahn-evinin.html


4)

https://www.islamic-awareness.org/quran/text/mss/hussein.html


 Mısır 'da ki büyük mushafta da  tespit ettiğim tüm ayetler mevcut olup paleografik metotla yaş tayini yapılmıştır.  Prof.  Tayyar  Altıkulaç'ın  da  üzerinde  çalışmış  olduğu  bu  mushaf'ın üzerinde  tarihlendirme  açısından  bir  tartışma olsa da Abbasi  öncesine  ait  olduğu  hakkında akademik  dünyada   fikir  birliği  varmış  gibi  görünüyor.    sayfadan  aynen alıntılıyorum:

Late 1st century / early 2nd century of hijra. Moritz publishd four folios of this manuscript and dated them to 1st / 2nd century of hijra.[1] A facsimile edition of this manuscript was prepared by Dr. Tayyar Altikulaç in the year 2009.[2]

The dating of this manuscript by various scholars has been summarized by Dr. Altikulaç.[3] Muḥammad Bakhit considers it to be one of ʿUthmāni muṣḥaf. Labīb al-Saʿīd opines that it may be the muṣḥaf sent to Madinah or Syria. Muḥammad ʿAbd al-ʿAẓīm al-Zurqānī, author of Manāhil al-ʿIrfan, considers it to be a copy of one of the ʿUthmāni muṣḥaf. On the other hand, palaeographer Ṣalāḥ al-Dīn al-Munajjid did not consider this manuscript to be from the time of caliph ʿUthmān.[4] His says that, in all probability, it was a copy made on the order of the Governor of Egypt ʿAbd al-ʿAzīz ibn Marwān, brother of Umayyad caliph ʿAbd al-Malik ibn Marwān. Therefore, it can be said that this is one of the oldest copies of the Qur'an written in Egypt in the second half of 1st century hijra. This dating is also endorsed by Dr. Altikulaç, the editor of the facsimile edition, as well as others.[5] Finally, Dr. Suʿād Maher, who examined this Qur'an, believes that it is not one of the Qur'ans sent by the third caliph ʿUthmān to various regions of the Islamic Empire.[6]

Sayfada  verilen  bilgilere  göre  %99  u  korunmuş  bir  mushafta  budur. Tablosuna  baktığım  zaman  İsra  suresinden  sunduğumuz  örneklerden  emin  olamıyorum ancak diğer  tüm  örnekleri  içerdiği  anlaşılıyor.

5)

Endülüs  Emevi  Döneminden  Kalan Mushaflar


Öncelikle  Endülüs  Emevi devletinden bir  parça  bahsetmenin  faydalı  olacağını  düşünüyorum. 

Abbasiler  Emevilerin  yönetimine  muhalif  gruplarla  gizliden  işbirliği  yapmış  ve muhtemeln  uzun  bir  hazırlık ve  örgütlenme aşamasından sonra Horasan da büyük  bir  isyan başlatmışlardı.  Buradan sonra  Kufe'yi  ele geçiren Abbasiler, Emevilerin  başkenti  olan Şam'a saldırmış  ve Şam'ı da ele geçirerek   oldukça  geniş  bir alana hükmeden devletin  yönetimini  ele  almışlardı.   Tüm  bunlar yaşanmadan  bir  süre  önce (yaklaşık  40  yıl  önce) İspanyanın  önemli  bir  bölümü Müslümanların  eline  geçmişti  ve  burada  yeni  bir  toplum mozayiği  şekillenmekteydi.  Abbasilerin  Yönetimi  ele  geçirme süreci  yaşanırken  İspanya da  ise  karışıklıklar  mevcuttu.  Şam daki  Emevi  yönetimi devrilip  kontrol  Abbasilerin  eline  geçerken yeni yönetimin takibinden kurtulan, Halife Hişam b. Abdülmelik’in torunlarından Ab­durrahman b. Muaviye  önce Mısır, ardından da  Kuzey Afrika’ya gitti. 755 yılında ise Endülüs topraklarına geçti. Burada Emevî yanlısı grupları birleştirdikten sonra bölgede kontrolü elinde bulunduran vali Yûsuf el-Fihrî’yle giriştiği siyasî mücadeleyi başarıyla tamamlayıp Kurtuba’da bağımsız bir devlet kurdu. Dolayısıyla 756 yılından itibaren İspanya topraklarında Endülüs Emevîleri dönemi başlamış oldu. Yani  burada  Emevi yönetimi  devam  etmiş  oldu.  Hatta buradaki  yönetim Kuzey  Afrika'nın belli  bir  bölümü  üzerinde  ciddi  etki  sahibi  olmuştur.  Bir  yandan  çok  geniş  bir  coğrafyada  Abbasiler hüküm  sürüp  Abbasi  tahtındaki  kişi İslam  halifesi olduğunu  iddia  ederken  bir taraftan da İspanya  topraklarında Emevi  saltanatı  devam etmiştir  hatta  Kuzey  Afrikanın  belli  bir  bölümünde etkisi olan Endülüs sultanı   kendi  halifeliğini de  ilan  etmiştir. Abbasiler  iktidara  gelirken Emevilerin  tümüyle  ortadan  kalkmış  olmaması  ve  halifelik  iddiasına da  devam  etmeleri  konumuz  açısından  önemlidir.  

Gibson  Ka'be'nin  yerinin  değiştirildiğini  iddia  ederken bunu  Abbasi - Emevi  kavgasına  bağlıyor.  Gerçi  saçma  bir  ilişkilendirme  olsa da  bunun  eleştirisini  başka  bir  yazıya  bırakıp karşı  argümanımıza  gelelim. Gibson  ve  Petracı  çevrelerin  varsayımına  göre Emevilerin  defterini  düren  Abbasiler, Ka'be'nin  yerini  değiştirmiş ve  tüm  kanıtlarıda  karartmışlardır.  Kabe 'nin Mekke'ye  Abbasilerce  taşındığını  ve  Emevilerin  döneminde ise  Petra'da  bulunduğunu  iddia  etmektedirler.  Şu  halde  Abbasiler  (varsayım  olarak)  ne  kadar  çok  delil  karartma  yapsalar boştur.  Çünkü  Emevi  devleti  İspanyada  devam  etmektedir.  Dolayısıyla "Emeviler  kıble  konusunda  Abbasilerden  farklı  düşünüyor muydu  yoksa  aynı  fikirdemiydiler?" sorusunun  cevabı  için  Endülüs Emevileri  iyi  bir  delil  teşkil  edecektir.  Dahası Kur'an üzerinde  Abbasilerin  herhangi  bir tahrif  girişimi  olması  halinde  bu durum   Endülüs nüshalarıyla  aralarında  farklılıklar  ortaya  çıkarmış  olacaktı. Endülüslerden  kalan  Kur'an  Mushafları da Abbasilerden  kalan Mushaflarla ve  Hicri  birinci  asra  tarihlenen  diğer  Mushaflar  ve  en eski  sayfalarla/parşömenlerle uyumlu  olduğuna  göre Gibson  ya da  diğer  Petracı  çevreler, Kur'an 'ın  korunmuş  olduğunu, Abbasilerin  bu  hususta  herhangi  bir  ihanetlerinin/değiştirme girişimlerinin   olmadığını  kabul  etmek  durumundadırlar.  

Endülüs  devletinde  yetişmiş ve  eserleri  günümüze  kalmış  iki   şahsiyet  İbn-i Hazm  ve  İbn-i Rüşd'dür.  Bu  alimlerin  eserlerine bakıldığında  kıble  konusunda Abbasilerden   farklı  düşünmedikleri görülmektedir. Aşağıdaki  linkten  ulaşabileceğiniz  sayfada  bu  alimlerin  eserlerinden alıntılar  sunulmuş  ve Endülüs  Emevilerinin (dolayısıyla  Emevilerin)  Kıble  ve  Kabe  konusunda  Gibson'ın  hayal  ettiği  gibi  bir  farklılık  içinde  olmadıkları  gösterilmiştir. 

Dahası  Endülüs  döneminden  kalan  camilerin  kıbleleri  incelendiğinde,  dönemin  imkanları  çerçevesinde Mekke' de ki Kabe'ye   yönelmeye  çalıştıkları  anlaşılmaktadır.  Konu  hakkında  detaylı  araştırma  için  prof.  David  A.  King'in  makalelerini  inceleyebilirsiniz.   Ayrıca İspanyadaki  Tarihi camiler  için  Alfonso Jiménez, Mònica Rius ve Julio Samsó'nun yazıları da  oldukça  önemlidir.  Yani  gayet  iyi  araştırılmış  bir  coğrafyadaki  cami  örnekleri de  Emevi  kıblesinin  Abbasi  kıblesiyle  aynı  olduğunu  göstermektedir. Teknik  detayları  olan  cami kıbleleri  konusuna  giriş  yapacak  olan kişilerin isimlerini  andığımız  bilim  insanlarının makalelerinden  önce  aşağıda linkini verdiğim  sayfadaki  yazımızı okumalarını  rica  ederim.  Prof.  King'in kıble  konulu  yazısı  temelinde  hazırlamış  olduğum bu  sayfa, içerdiği  açıklamalarla  konunun  teknik  boyutlarına  aşina  olmanıza  yardımcı  olacaktır  diye  umuyorum.

https://komplopetra.blogspot.com/2019/01/gibsonn-kble-hakkndaki-carptmalarna.html


İspanya 'daki Endülüs  döneminden  kalan mezarlarda konumuz  için  delil  niteliğindedir.  Aşağıda  verilen linkten ulaşabileceğiniz  sayfada verilen habere  göre:
"İspanya'nın kuzeydoğusundaki Zaragoza kentinin Tauste ilçesinde, Endülüs İslam döneminden (711-1492) kalan Müslüman yerleşiminde yapılan çalışmalarda, şimdiye kadar 400'den fazla Müslüman mezarı ortaya çıkarıldı.
.
.

'DEFNEDİLME ŞEKİLLERİ İSLAMİ USÜLLERE GÖRE'

Elpatiaz Kültür Derneği Başkanı Javier Nunez Arce, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Bu bölgede çok fazla kemik olduğunu biliyorduk. Şiddetli yağmur ve toprak kayması olduğunda kemikler hatta kafatasları çıkıyordu. İnsanlar burada eskiden bir mezarlık olduğunu biliyordu ama orijinini bilmiyordu." ifadesini kullandı.

2010'da ilk kazının başlatıldığını aktaran Arce, "İlk insan kalıntıları çıkarıldığında yapılan analizlerde, Müslüman oldukları anlaşıldı. Çünkü yüzleri Mekke'ye bakıyordu ve defnedilme şekilleri tamamen İslami usullere göreydi." diye konuştu."


Endülüs Döneminden  Kalma Kur'an  Nüshaları:

Endülüs  devletinin  sonu  hazin bir  şekilde olmuştu.  İnsanların  başına  gelen  hazin  olayların  yanında    bir  çok  kitabında  yakılıp  ortadan  kaldırılması  söz  konusudur.  Endülüs  döneminden  kalan az  sayıdaki  Kur'an  nüshaları  arasında 700 'lü  yıllara  ait  olanlar  var mıdır, bilemiyorum. Benim  kısa  araştırmamda  rastladığım  örnekler daha   sonrasına  ait. Yine de  konumuz  açısından  kanıt  niteliğindedirler.  Çünkü Abbasi  elinin  erişemediği  ve  Emevilerin  devam  ettiği bir coğrafyadan  kalma  Kur'an  Nüshalarıdır  bunlar.  Abbasilerin  Kur'an  üzerinde yada  Kıble  üzerinde  her  hangi  bir  değişiklik  yapmaya kalkışmadığının  ıspatıdırlar. Aşağıda  linkini  verdiğim  sayfada  verilen  habere  göre:


Endülüs’ün ünlü sanat merkezlerinde hazırlanan ve “Mucize Kitabın Muhteşem Hattı: Kûfi” Sergisi’nde Kur’an nüshaları 10 Mayıs’a kadar sanatseverleri bekliyor.

Üç yüz yıl boyunca Endülüs’te hazırlanan Kur’an nüshalarının görkemli örneklerini bir arada görebilme imkanı açısından büyük bir öneme sahip olan bu sergi, 11.-13. yüzyıllara ait olan bu Mushafların, hattı ile tezhiplerindeki ustalığı, özeni, hüneri ve İslam kitap sanatına yansıyan Endülüs üslubunu gözler önüne sermektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde, İslam Kültür Sanat Platformu (İKSP) tarafından Türk Hava Yolları’nın katkıları ve Sevgi Kutluay’ın küratörlüğünde düzenlenen sergi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde görülebilecek. Serginin bilim kurulunda Prof. Dr. Tayyar Altınkulaç, Doç. Dr. Süleyman Berk, Yard. Doç. Dr. Kamil Yaşaroğlu ve Sevgi Kutluay gibi birbirinden değerli isimler yer alıyor.

İspanyadan Kaçış Sırasında  Kurtarılan Bir  Nüsha:  https://www.wdl.org/en/item/8934/

Sayfada  verilen  bilgilerden  bazıları: This early 13th-century manuscript is among the very few surviving dated Qurʼans from Islamic Spain. Completed in Seville in 1226 AD (624 AH), it was rescued from destruction during the Reconquista (reconquest) by Muslim refugees who fled Spain for North Africa. In 1535, when the Holy Roman Emperor Charles V (1500–58) conquered Tunis in an expedition against the Barbary pirates, his troops seized the Qurʼan and took it back to Europe. The manuscript subsequently came into possession of Johann Albrecht Widmanstetter (1506–57), a diplomat and orientalist whose library later became the foundation for the Munich court library.

(Google  çevirisi ile)

 13. yüzyılın başlarından kalma bu el yazması, İslami İspanya'dan hayatta kalan çok az tarihli Kuran'dan biridir. MS 1226'da (624 AH) Sevilla'da tamamlandı, Kuzey Afrika için İspanya'dan kaçan Müslüman mülteciler tarafından Reconquista (yeniden fetih) sırasında yıkımdan kurtarıldı. 1535 yılında, Kutsal Roma İmparatoru V. Charles (1500-58) Berberi korsanlarına karşı bir seferde Tunus'u fethettiğinde, birlikleri Kuran'ı ele geçirip Avrupa'ya geri götürdü. Yazıt daha sonra, bir diplomat ve oryantalist olan Johann Albrecht Widmanstetter'in (1506-57) eline geçti.

Bu Mushafın  ilk  sayfasından son  sayfasına  kadar  tüm  sayfalarına  ulaşabileceğiniz  link: https://www.wdl.org/en/item/8934/view/1/1/


Sayfaları  Mavi  Renkte Olan Kur'anhttps://en.wikipedia.org/wiki/Blue_Qur%27an 

verilen bigilere  göre, nerede  yazıldığı  hakkında  fikir ayrılığı  var. Önceleri  Tunusta  yazıldığı  düşünülmesine  rağmen  son  yapılan akademik  araştırmalarda  Endülüste  yazıldığı  kanaati  oluşmuş.  9. Yüzyılın  ortalarında  yazıldığı  düşünülüyor.  Maalesef  şöyle  bir  üzücü  bilgide veriliyor:

El yazmasının yaklaşık 600 sayfa olan  orjinali, Osmanlı döneminde dağıtıldı; bugün çoğu, Tunus'taki Ulusal Sanat ve Arkeoloji Enstitüsü Bardo Ulusal Müzesi'nde yer almaktadır ve dünya çapındaki müzelerde müstakil folyolar şeklinde bulunuyor.


(Bu   yazının yakın   bir  zamanda  tamamlanması  planlanmıştır. Şimdilik  yazıyı  burada  kesiyorum. )




 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder