25 Ocak 2019 Cuma

Kudüs - Petra Ve Kabe Üçlemi

Bu yazımda “AllahveDin” adlı sitede ki “Kutsal Ev” adlı makaleyi ele almak istiyorum.


İddiya göre Peygamber Efendimiz (Sav) Mekke’de değil Kudüs şehrinde dünyaya gelmiş ve İslam’ın kutsal kıblesi Mekke’de değil Kudüstedir. Ancak baştan belirtmeliyim ki mealler üzerinden din öğrenmeye kalkışmak ve İslam rivayet kültürü içinden de işine geleni almaya çalışmak ilmi bir araştırma değil bir saptırma olacaktır. Bahsimize konu olan makalenin de bundan hiçbir farkı yoktur. Tamamen mealler üzerinden gidilmiş ve işine gelindiği düşünülen rivayetler dışında diğer tüm rivayetler hiç bir temele dayanmadan makalede uydurma olarak nitelendirilmiştir.

Esasında yazının dayandığı asıl kaynak olan Kur'an'ın diğer ayetlerine de bir nevi ihanet edilmiştir. Hiç bir tarafı ciddiye alınıp cevap vermeyi gerektirecek türden iddialar değil ancak yeni yetişen neslin araştırmadan ve İslami kaynaklardan uzak olması bu tür safsatalara inanabilecekleri ihtimallerine karşılık bu yazıyı ele almamızı zorunlu kılıyor. Rabbim istikamet üzere kılsın.

Yazının ilk başlarında Hz.İbrahim'in (as)  kıssasına yer verildikten sonra şöyle deniliyor.
“İbrahim’in soyundan İsmail, İshak ve Yakup İsrail halkını uyarmışlardır. Demek ki Kutsal Ev, İsrail-Filistin civarlarında olmalıdır.”

Her ne kadar ilk başta mantıklı gelse de işin detayına indiğimizde bunun böyle olmadığını anlıyoruz. Hz.İbrahimin (a.s)  ilk işi Hz. Sare ikinci eşi Hz.Hacer’dir.  İsmail(as)  Hz. Hacer'in İshak(as) ise Hz.Sare Annemizin soyundandır. Hz. Sare annemiz kısır olduğundan herhangi bir çocuğu olmamış ve bir süre sonra Hz.İbrahim'in soyunun devamı için Hz.Hacer ile evlenmesine müsaade etmiştir. Ancak bir süre sonra İsmail'in doğması ile birlikte Sare Annemiz Hz. Haticeyi kıskanmış ve İbrahim (as)’a onu uzak bir yere götürmesini söylemiştir.
Hz. Sâre kısır bir kadındı. Bu yüzden İbrahim’in Hacerle evlenmesine izin verdi. Ancak Hz. Hacer İsmail (a.s)’ı dünyaya getirince iki kadın arasında yaratılışta var olan kıskançlık hali doğdu. Bunun üzerine İbrahim (a.s), yüce Allah’ın emri ile eşi Hacer ve oğlu İsmail’i Filistin’den alıp Hicaz’a götürdü. Şimdiki Beytullah’ın yakınında bir yere konakladılar. Yanlarında bir kırba su ve bir miktar da yiyecek vardı. O dönemde Mekke şehri yoktu, çünkü Nuh tufanında Âdem (a.s)’dan beri gelen Kâbe-i Muazzama’nın izleri de kaybolmuştu. Her taraf ıssız ve susuz idi.
Hz. İbrahim Hacer’i ve kucağındaki küçük İsmail’i orada bırakıp, Filistin’e dönmek üzere hazırlanırken, Hz. Hacer; “Ey İbrahim! Bizi bu ıssız ve kimsesiz vadide bırakıp da nereye gidiyorsun?” dedi. İbrahim (a.s)’in sustuğunu görünce, bu ferasetli ve ihlaslı kadın yeniden sordu; “Bizi burada bırakmanı sana Allah mı emretti!? Hz. İbrahim; “Evet Allah emretti” deyince, Hacer; “Öyleyse yüce Allah bize yeter, O bizi korur” diyerek Allah’a tevekkül etti. (İbnü’l-Esîr, el-Kâmîl fî’t-Târîh, Beyrut 1965, I, 101 vd.; K. Miras, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, 7. baskı, Ankara 1984, VI, 14, 15.)
Nitekim bir süre sonra da Allah (c.c)  Hz. Sare Annemize İshakı müjdelemiştir. Bu Kur’anda şöyle geçmektedir.

“Elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjde ile gelip, “selâm” dediler. O da “selâm” dedi ve hemen gidip onlara kızartılmış bir buzağı getirdi. Fakat onların o buzağıya el sürmediklerini görünce, tuhafına gitti ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar; “korkma biz Lût kavmine gönderildik” dediler. İbrahim’in (hizmet için) ayakta duran karısı (Sâre) güldü. Biz de ona İshak’ı ardından da torunu Ya’kub’u müjdeledik. Kadın “vay başıma gelene” dedi, “Ben yaşlı bir kadın, şu kocam da yaşlı bir adam iken ben mi çocuk doğuracak mışım? Bu doğrusu şaşılacak bir şey” Melekler: “Ey evin hanımı! Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerinize olmuşken, Allah’ın işine nasıl şaşarsın? O Allah, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur” dediler.” (Hûd, 11/69-73.)

Burada önemli olan husus her ne kadar İsmail ve İshak (as)  İbrahim peygamberin (Sav)  soyundan gelsede İsmail ve İshak peygamberler iki farklı bölgede doğup büyümüştür. Hz. İbrahim, Hz. Hacer annemizi almış ve bugün Mekke olarak bildiğimiz yere getirmiştir.  Bu olay Kur'an'da şöyle anlatılmaktadır.
"Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmını, senin hürmetli Beyt`inin yanında, ekinsiz bir vadide yerleştirdim -namazlarını Beyt`inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlarda mümin olanların gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler"(İbrahim Suresi, 14/37).
Gene İsmail (as)’ın cürhüm kabilesine gönderildiği ve Hz. Hacerin onlarla Kabe de karşılaştığı bir gerçektir.
“Çevrede yaşayan Cürhüm kabîlesi, orada bir su kaynağının mevcûdiyetini hissedince gelip Hâcer'in izniyle oraya kondular. Böylece Hâcer ve Hz. İsmail, Cürhüm'lüler arasında yaşamaya devam ettiler. Hz. İsmail Cürhümlülerden bir kızla evlendi ve nesli çoğaldı. Hâcer, Mekke'de vefât edince Kâbe'nin ön kısmındaki Hıcr (diğer adıyla Hatîm) adı verilen bölüme defnedilmişti (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Târîh, Beyrut 1965, I, 101-105, 125).”
İbn Haldûn Cürhümlüler’in İbrânîce konuştuklarını belirtirse de bu husus doğru değildir. Çünkü bütün kaynaklar bunları Arapça konuşan hâlis Arap (Arab-ı âribe) kabileleri arasında sayar.

Câhiliye inançlarına göre müşrik Araplar’ın iki meşhur putu olan Îsâf ve Nâile, bir gece gizlice Kâbe’de birleştikleri için taşlaşan Cürhümlü iki âşığı temsil etmektedir. (Türkiye Diyanet Ansiklopedisi)
Hz. İsmail İsrail oğullarına değil Arap Cürhüm kabilesine gönderilmiştir.Dolayısıyla bu iki peygamberinda aynı İsrailoğullarına gönderildikleri bilgisi doğru bir iddia değildir.
Gene yazının ipucu kısmında şunlar geçmekte
“Kutsal Ev Bakka’dadır.
3:96  Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ev, tüm halklara bir hidayet kaynağı olan Bakka’daki kutlu evdir.
Kimileri Bakka isminin, Mekke’nin antik ismi olduğunu savunsa da bu iddianın hiçbir delili yoktur.“
İslam alimlerinden veya tarihçilerinden Mekke'nin eski isminin bekke olduğunu söyleyen bir kimse zaten yok. Ancak Kudüs'ün eski isminin veya Petra'nın eski isminin bekke olduğuyla alakalı bir delilde mevcut değil. Her ne kadar birileri aksini iddia etsede eğer beka diye bir yer kabul edilecekse o Lübnan topraklarında yer alan Beka vadisidir. Oysa bu vadinin ne Hristiyanlıkta ne Yahudilikte nede İslamiyet de dini bir önemi yoktur.  Kaldı ki bu vadi ile  Petra ve Kudüs arasında uzun bir mesafe vardır. Oysa Kur'an'daki Bekke kelimesi Kabe'yi tarif etmek için kullanılmıştır. İsteyenler Bu videoyu seyredip daha geniş bilgi alabilirler.

Lut Peygamber'in(as) hayatına gelecek olursak onun Hz. İbrâhim ile aynı bölgede yaşaması delil değildir. Zira yukarda da anlattığımız gibi İbrahim (as), Hz. Hacer ve oğlu İsmaili yaşadığı bölgeden başka bir bölgeye taşımış sonrada asli bölgesine geri dönmüştür.

Daha sonra Hz. Muhammed (Sav)in hayatına geçilen yazıda adeta bir ihanete imza atılarak Peygamberimizin Yahudilere gönderildiği kanıtlanılmaya çalışılmıştır. Oysa Peygamber'in Araplara gönderildiği Kur'an ayetleri ile sabittir.
“Bu bilen bir toplum için, ayetleri Arapça bir Kur’an olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır.” (Fussilet, 41/3)
Kaldı ki Yazıda delil olarak getirilen Bakara suresininin 41 ve 42. Ayetleri ve Bakara suresinin 281. Ayeti hariç tamamı Medine'de inmiştir. Hz. Peygamber Mekke'de zulüm ve baskı artınca Yahudilerin ve Hristiyanların ağırlıkta olduğu Medine'ye hicret etmiştir. Dolayısı ile bu ayeti mecrasından çıkarıp Peygamberin Yahudilere gönderildiğini iddia etmek apaçık bir yalandır.
Yazının devamında şu ayet öne sürülüyor.
“  37:133-138 Lut da elçilerden biriydi. Onu ve ailesini topluca kurtardık. Ancak geride kalan yaşlı kadın hariç. Sonra diğerlerini yok ettik. Siz yıkıntılarının yanından geçiyorsunuz; sabahleyin, ve geceleyin. Aklınızı kullanmaz mısınız?”

Saffat suresinde geçen bu ayet Mekke'de nüzul olmuştur. Burda siz hitabı Mekke’de oturanlaradır. Burada anahtar kavram “sahableyin ve geceleyin geçiyorsunuz “ geçiyorsunuz cümlesidir. Ziraa Mekkenin bir ticaret şehri olduğu ve ticaretle uğraştıkları düşünülürse buradaki cümle daha iyi anlaşılacaktır.
Yazının Devamında Peygamberimizin Medine’ye göç ettiğini ve Medine’de “ “Laik bir şehir devleti “ kurulduğu anlatılıyor oysa bu tamamen tarihi hakikatlere zıttır. Medine de kurulan devlet bir İslam Devletidir ve Kanunları Kur'an ve Sünnetin esas alındığı bir şeriattır.
“ O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.” (Maide 49)


Daha sonra kıblenin değişmesinden bahsedip adeta bir şova imza atılan makalede insan aklıyla alay edilmiş desek yeridir.
Yazı şöyle :
“Halka uygulanacak bir test için kıble ters yöne (kuzeybatıdan-güneydoğuya) çevrildi. Bu test ile ikiyüzlüler içindi…
2:142-143  Halktan bazı düşünmeyenler: “Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu da batı da Tanrı’nındır. O dilediğini/dileyeni doğru yola iletir.” Böylece sizi açık fikirli bir toplum kıldık ki halkın arasında tanıklar olabilesiniz ve elçi de aranızda tanık olabilsin. Elçiye uyanlarla topukları üzerinde geriye dönenleri birbirinden ayırmak için eskiden yöneldiğin kıbleyi değiştirdik…
Geçen süreç, gerçek kıblesinden olan Muhammed’in canını sıkmaya başladı. Zamanı gelince hoşnut olacağı yöne (gerçek kıblesi Kudüs’e) geri çevrildi.
2:144  Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Seni, hoşlanacağın bir kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Kutsal Mescit'e çevir. Nerede olursanız olun yüzlerinizi o yöne çevirin…

Allah aşkına iddiamı kanıtlayacağım diye Bakara suresinin 142 ve 144. Sureleri  arasında bir zaman farkı olduğunu iddia etmek nasıl bir cehalettir?  Ard arda gelen ayetler arasında nasıl bir zaman farkı olur? Madem Bu ayetler arasında zaman farkı var neden 144.ayetin devamında ve 145. Ayette Yahudilerin ve Hristiyanların Peygamberin kıblesine dönmeyeceği yazıyor?
“ Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir. Bakara 145.Ayet: Yemin olsun ki (habibim!) sen ehl-i kitaba her türlü âyeti (mucizeyi) getirsen yine de onlar senin kıblene dönmezler. Sen de onların kıblesine dönecek değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine dönmezler. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.” (Bakara 144-145)

Yahudileri ve Hristiyanları kast ederek Sende onların kıblesıne dönmeyeceksin ayeti akıl sahipleri ve inananlar için açık bir delil değil mi?
Devam edelim....

Yazının devamında bir hayli çarpıtılmış bilgi mevcut özellikle konu Rum suresi ve Kutsal Şehrin  Fethi etrafında dönüyor tabi bir sürü üçkağıtcılık ile. Güya Rum suresi Bizanslıların müslümanlar ile karşı karşıya geldiğini Bizanslıların bu savaşı kazandığını ve ilerde müslümanların tekrardan galip geleceğini yazıyor. Ayet de şöyle  olmalıymış!
30:1-4 Romalılar yendiler, yeryüzünün en alçak yerinde…Yengilerinden sonra yenileceklerdir. Bir kaç sene içinde. İş, önünde sonunda Tanrı’ya aittir. O gün inananlar sevineceklerdir.


Lakin Mekke’nin fethi ve Mu'te savaşından sonra İslam orduları ve Rumların tekrar karşılaşmaları Hz. Ebubekir (Rd) döneminde yapılan Yermuk savaşı akabinde hiç olmamıştır. Zira çok acayip ve komiktir ki yazının sahibi kahramanımız Hz.Peygamber (sav)  döneminde Bizans ile yapılan ikinci bir savaştan bahsedemeden konuyu kapatmıştır ama ona kalırsa tahrif ettiği ayetin gereği İslam orduları ve Bizans arasında ikinci bir savaş olmalı ama böyle bir savaş yok!

Mekkenin fethini haber veren ama makalede sanki Bizans ile yapılacak bir savaşa işaret ediyormuş gibi gösterdiği ayetlerde esasında iyice anlaşılırsa çok açık bir şekilde Mekke'nin fethine işaret ediyor. İlk önce bahsimize konu olan  makaledeki şekli ile ayetleri ile verelim ve kahramanımız bu ayet için ne demiş bakalım

“ 48:27 …Kutsal Mescit’e gireceksiniz. Bir korku duymayacaksınız. Sizin bilmediklerinizi bildiğinden, size bundan önce acil bir zafer hazırlamıştır.
*NOT: Geleneksel anlayış, 48. Sure’nin (Fetih Suresi) Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra indiğini iddia etse de; bu surenin Mekke ve çevresinin fethinden sonra indiği açıktır.”
Makalede bu surenin Mekkenin fethinden sonra indiği iddia ediliyor. Zira 24. Ayet de şöyle yazıyor
48:24 ... O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke´nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir.
Oysa Fetih suresinin 25. Ayeti çok açıktır.
“ Fetih 25.Ayet: Onlar, inkâr eden ve sizin Mescid-i Haram´ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını menedenlerdir. Eğer (Mekke´de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğnemeniz sebebiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı (Allah savaşı önlemezdi). Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elemli bir azaba çarptırırdık.”
Fetih 25. Ayet çok açık bir şekilde bu surenin Mekkenin fethinden önce indiğinin delilidir. Net bir şekilde Mekke’de bulunanların Peygamberi ve müslümanları Mescid-i Haramdan alı koyduğu belirtilmiştir.
Ve son bir çırpınış kahramanımız Mekkelilerin, Bizansla iş birliği yaparak müslümanların kudüse gitmesine engel olduklarını yazmış oysa Haritada Mekke'nin, Medine'nin ve Kudüs'ün nerde olduğunu bilenler bunun mantıksız olduğunu göreceklerdir. Mekke, Medine'nin güney tarafında kalıyor Kudüs ise Medine'nin kuzey tarafında. Dolayısıyla Mekkelilerin Kudüs'ün önünde bir engel oluşturmaları imkansız.

Gene Müşriklerin, Müslümanları alıkoymaya çalıştığı mescidin Kudüs değil Mescid-i Haram olduğu Kur'an ayetleri ile sabit
Enfal Suresi, 34. ayet: “Onlar, Mescid-i Haram'dan (insanları) alıkoyarlarken ve onun (gerçek ve layık) koruyucuları değilken Allah, ne diye onları azaplandırmasın? Onun (asıl) koruyucuları yalnızca korkup-sakınanlardır. Ancak onların çoğu bilmezler.”


Bu ayetin Makalede istismar edilmeye çalışılan Bakara süresinden sonra indiğini hatırlatmakta yarar var. Eğer buna da itiraz edilecek gene Mescid-i Haram'ın Kudüste olduğu iddia edilirse onada cevabımız şu ayet iledir.
"Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir." (İsra Suresi 1)
Ayet çok açık bir şekilde Peygamber efendimiz (sav)in Mescidi Haramdan, Mescidi Aksa ya seyahat ettirildiğini yazıyor bu özel bir durum olacağından iki mescid arasında zaman farkının bir hayli olmasını gerektirir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder